Çarşamba, Mart 04, 2009

büyük masalarda küçük hikayeler


seninle ilgili çok renkli ve çok ilginç hikayelerim var. hayatımın bu denli heyecanlı bir röntgen makinesiyle karşılaşacağı çok akıl almaz bir gerçek gibi geliyor. kendi halinde olan tüm parçalar; her kuru ayaz sabahında erkenden uyanıp herhangi bir huzur içinde koşa koşa bakkaldan cam şişede süt almak veya her akşam baş ucu lambasını açıp dizleri göğse çekerek kitap okuyup yanda duran beyaz sayfaya akla gelenleri karalamak, tamı tamına yazıyordu benim romanımı; ben harikulade elbiselere ve kahkahalara gerek duymuyordum, bu harikulade ışıklar da fazlaca beni bulmuyordu. mesela benim biriktirdiğim fazladan ceket düğmeleri kadar çok şansım vardı ama bu konuyu fazla irdelemiyordum, her seferinde gül bahçesine kaçıp patlayan lastik toplarla doluydu şans kasesi, dokunmuyordum ve toplar gül kokarak geri geliyordu, beyaz dantel yakalı kırmızı elbiselerimin altından görünen yaralı diz kapaklarıma bayılan lastik toplar, ama dediğim gibi sıradan olan tüm parçalar, akasyalar, yağmurlu kokular! ilgilendiriyordu beni, yokuş aşağı olan tüm yollar ve cinnah'tan aşağı doğru yürürken sağda kalan, muhteşem ingiliz elçiliği manzaralı kaynak sokak, güneş batarken.


gece uykuda dolabıma giren ve sabah sersem gözlerle bakakaldığım tüm bu rengarenk ayakkabılar oysaki, geceliklerin arasına yerleştirilmiş papatya kokan küçük keseler, her geçtiğim sokakta gördüğüm güzel lokanta isimleri, elime aldığım her kalemin beyaz kağıtlarda buz pateni gibi kayması, her mısır tanesinin birbirinden lezzetli olması, yanan hiçbir tütsünün masaya leke yapmaması, baharın en güzel bulutlu gününde balkona ve reçellere gerek bile duyulmaması; tüm bunlar bende saf bir şaşkınlık duygusu yaratıyor, ağır mor perdeler açıldıktan sonra ortaya çıkan küçük boş ahşap sandalyenin yarattığı arı bir şaşkınlık duygusu, ucu hepatit b aşısı kadar yakıcı ve sonu aynı şekilde dingin; yani tonların, dalgaların ve renklerin değişmesi, yer değiştirmesi, bu yüzden süregeliyor bu şaşkınlık, bu gözbebeklerinin yerinde duramama hali!, buzluktan yeni çıkmış tüm buz küplerinin sabah yedide güleryüzlü bir adamdan aldığın simitler kadar sıcacık gelmesi ve kalın yorganların altında tek başına uyandığın her 'nerde benim pencere pervazında oturulacak yastıklı bir bölme olan odam! sabahı tir tir titremek; ve inanabiliyor musun bunlara sen yol açıyorsun. daha çok az merdiven çıkmışken ve küstahça sırıtabiliyorken yukarılara ve aşağılara bakmıyorken bile, karşıma üstüne binbir tane söz yazılmış beyaz peçeteler çıkıyor ve al bakalım matmazel. tüm portakal likörlerini harry'ye sattım verandasında akşamüstü edeceği kendini beğenmiş sohbetlerinin yanında iyi gideceğini düşünerek, diye caka satabiliyor! bu cüreti seviyorum.


ikinci kahvaltıda görüşmek üzere, küçük evlerinden mum kokuları yükselen genç adamlar, kadınlar.

1 yorum:

  1. sanat sanat içindir diyen bir sosyaliste kim inanır ki?

    YanıtlaSil