Salı, Ocak 31, 2012

1,5

adamakıllı yaşamak lazım, bir değil, iki değil, sanki yani, yıllarca aynı dakikaları yaşıyormuşçasına ve buna rağmen her dakikada farklı renklere boyayarak beyninin mukozalarını, devam etmek; çünkü neticede hisler bir yerde seni burkmaktan ve hazlara seni daha çok yaklaştırmaktan öte hayatını değiştirmeye yaramıyor; bir bar sandalyesinde veya güneş batarken çimlerde oturmanın verdiği o çizgilerin hislerinle yok pek bir alakası, sadece yürümek var örneğin; bakmak, durmak, soğuk havalarda çıplak yüzmek havuzlarda, uçurumlardan düşmek sonra; duygular yok yani; aşkın ıslaklıklarla, korkunun tavan aralarıyla, acımanın salt yalanlarla, kendini kandırmakla ilgisi var; bir havaalanının gitmekle değil, sabah içtiğin kahveyle, çok uzakta batan güneşin veya dağların veya denizin sonsuzlukla değil, elinde tuttuğun sigarayla, içtiğin kanyakla ilişkisi var; duygular yok; duygular insana mahsus ve insan yok; hayvanlar, güdüler ve doğadan arınmış mide bulandırıcı bir organizmalar kalabalığına duyguyu yakıştırmak, bayat.

Pazartesi, Ocak 30, 2012

1

göl boyunca kıyıdan ilerleyen mavi şeridin üstünde sağa ve sola doğru yürüyen bir kadın gördü. kısa bir etek ve siyah çoraplar giymişti, kulak hizasında biten dalgalı saçları vardı. yanına yaklaştı. kadın sol tarafa, güneşin battığı yöne doğru yavaş adımlarla yürümeye devam ediyordu, saçlarını kulağının arkasına atıyor ve arada sırada esniyordu. adam elini kaldırdı, omzuna doğru uzanmak istedi, suyun kıyıya vurduğu yerlerdeki beyaz köpükleri izliyordu. vazgeçti, takip etmek ve adımlarının hafifliğini izlemek daha keyif vericiydi. kaşlarını biraz yukarı kaldırarak göle doğru baktı. sahildeki büfeye yöneldi.

Pazartesi, Ocak 23, 2012

şehre,

bir çakıl taşı
büyüklüğünde,
kırmızı gözlü, hiç yorulmayan,
koşan ama nefes nefese kalmayan
canavarlarla;
ruhsuz, orta büyüklükte sevdalar yaşayıp dağları deldim naraları atan yabancılarla,
ahşap masalarda pirinç kokulu şaraplar içip dünyanın mavisini,
gökte dolaşan hayaletleri, siniri,
duyduğunu sandığından hayalperest
insan küçüklükleriyle;
yükseklikler, kaleler, kar, beyazlıklar, çamur ve kirlenmiş paralarla,
ucuz sevişmelerden kurtulup kendini kardeşliklerin, çizilmiş rotaların ortasında,
yollarda
bulduğunda;
nefes alış verişler
alış verişler,
almalar, vermeler;
bir olduğunda,
biz olduğunda,
-mavi, küçük uykularla-
sessizlikler, sesler, müzikler,
rahatsız şeytanlarla,
yorulmayan
hiç yorulmayan
boşalan, coşan
iki mavi
yaratık.

Pazartesi, Ocak 16, 2012

buzlanma

önceleri yağmur yağdığında, güçlü, akıntılı bir yağmur; sokaktan bir araba geçtiğinde lastikleri tozlu camda izler bırakarak, bir kadın inlediğinde ve sevilmediğini bir ipek kayganlığında hissederken küçücük kalbinde, adamlar geçerken teker teker, ince, kaygan kaldırımların üzerinden; büyük adamlar, ince adamlar, umursamaz, mavi, terli, güzel sözlü adamlar; ve kadın aldırmazken duvarlara dizili fotoğraflara benzeyen hayatını eğriltmeye çalışırken elleriyle;
şimşekler çakıyordu,
hayattan uzaklaştıran,
yatakların altına doğru atılan kağıtlar parçalanıyor,
dinin içinden çıkan şeytanlar, köpekler, kurtlar, döller çoğalıyordu; küçük, tozlu kasabalara doğru yöneliyorlar,
ve bu sırada kadınlar süslü hayatlarını eskilerden kalma bir gramofon sakinliğiyle sadeleştirmeye çalışıyordu, ölüm arzusuyla kendinden geçen kadınlar ve kurdeleler çıkartan küçük midelerinden,
çığlıklar atan kedilere, iblislere ve çiyan gözlü hemcinslerine doğru,
sevmedikleri adamlara yeniliyorlardı onlara doğru ısrarla, merakla, aptal çocuk inatlarıyla koşarken,
sonra bir anda duruyordu bu kadınlar; parçalarına ayrılıp, tecavüzlere alışıyorlardı, kadınlıklarıyla baş etmeye çalışırken dudaklarından kanlar, çamaşırlarından güller dökülüyordu.