Cumartesi, Ağustos 22, 2009

bu, bütün yazarlara ve hiçliğimi ortaya çıkarmalarına efendim

bugün tam güneş batarken, ve bütün sarmaşıklar hala yeşilken, oturduğum masanın önündeki insan topluluğunun arasından konuşan bir ses şöyle dedi; ankara şizofren, istanbul paranoyak! bir bütün oluşturuyorlar bu yüzden!

kim birilerine gül bahçesi vadediyor kuzum? veya ben naçizane cahilliğim ve deneyimsizliğimle demek isterim ki, borges gerçekten küstah ve kendini beğenmiştir ama bu yine de yetmiyor gözlükleriyle cesaretten bahseden -cesaretin müthiş bir yetenek olduğundan, ve yüzde 23 kıvamında sabah kahvaltılarında konuşulan bütün fazıl say melodilerine karşılık hayattan keyif alan beyefendilere; neden!

her şeyin farkında olup hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi görünmek ne kadar da beklenmedik bir klişe viktor yahu

Cuma, Ağustos 21, 2009

çırpınıyorum dostlar! çırpınıyorum


şunu anladım, tamı tamına gerçek ve yakıcı bir ağlama anı elde edebilmek için kokusunu aldığınız ve dokunduğunuz tüm hayat parçalarının mükemmel bir şekilde sıraya dizilmiş olması, ve ne mümkündür ki can acıtması gerekiyor. hayattan elde ettiğiniz bütün artı ve eksi puanlar; taş merdivenlerde oturup güneş batarken sigara tüttürmek, kocaman gövdesinden akan yapış yapış sakız kıvamındaki sıvının yavaşça aşağı süzüldüğü söğüdün altındaki banklarda oturup anlaşılamayan filmlerden bahsetmek, bütün bunları yaparken üzerinizdeki kot pantolonun ne bir dikişini ne düğmesini hissedebilmek, ve ağustos'ta üşümek; mesela, la minörlü bir melodi duyduğunuzda ağlatacaktır sizi, ama öyle bir ağlayış olacaktır ki bu, size siyah elbiseleri veya torino'nun akşam buluşmalarını filan anımsatacaktır, ve bu ikircikli andır en çok aşık olacağınız ve edeceğiniz salinger'dan anlayan birine/birini mesela.

Salı, Ağustos 18, 2009

yavaşlayan hayata ellis kreması


oya, beyaz duvarlardan fışkıran kanla dehşet ve sersemlik arasında bağırarak koşuşturan beyaz önlüklü kadınlar ve adamlarla, mavi bikini kumaşlarının kenarlarından bileklere doğru akan güneş kremine bakarak cinli kokteyller içen kadınlarla, çevresinde olup biten hiçbir kokuyu duyumsayamayan, konuşulanları duymayan, hareketten yoksun, beyaz çizgili pijamasıyla kumaşları yırtılmış haki bir koltukta oturan bir adamla ilgili rüyasından uyandığında hiç de terlememişti; patileriyle gözlerine yanlışlıkla bastığını fark etmeyen, hızlı hızlı nefes alıp veren köpeğini yorganın altına saklayarak duş almak için çıplak ayaklarını beyaz parkeye bastığında evde yalnız olduğunun ayırdına vararak nefesini tutmaktan vazgeçti, soğuk taşların ve sert parkelerin üzerinde dolaşmaya başladı.

dudaklarının kalkmış derilerini soyuyordu dişleriyle, ve haritadan baktığı kaldırım fotoğraflarını düşünüyordu, öğleni geçmişti saat; nasıl da birbirine bağlanıyordu yaşadığı tüm anılar, sevdiği biçimsiz heykeller, insan yüzleri, kahve makinesinden gelen mide gurultusuna benzeyen sesler bile anımsatıyordu, anımsamak iyi mi geliyordu bilmiyordu, dümdüz, incecik bir çizginin üstünde dengede durmaya çalışırken; bedenini sarmalayan tüm değişkenlerden, bütün sözlerden ve renklerden algısını besleyerek ve yine de harekete geçmeyerek, bir kelebek ömrü misali yani, kanatlarının fazla açılmamasına dikkat ederek, ki hiç de tarafını tutamıyordu masumiyet müzelerinin; ayırdına da fazlasıyla varamıyordu kime yaraya tuz ve kime şirinceye füme olduğunun. bütün hayatı yani, artık bu komik midir, yoksa sürüncemede bırakma hali midir!, büyükçe bir yapbozu bozup tekrar yapmak ve sonra tekrar bozmakla geçiyordu, bütün parçalar hep aynıydı, güzel, neşeli ve ışıklı parçalardı bunlar ama belki de fazla temiz çabuk kirleniyordu, veya bu yapbozdaki bütün müthiş parçalara; kristallere ve serin arka bahçelere işte, tepeden, hiç orda olmamışçasına, veya olmayacakmışçasına bakmak kaşımaktan yara olmuş, damarlarının üstünde kırmızı benekler çıkmış ve yine de kaşımaya devam ettiği iç kısmı gibi geliyordu dirseğinin.

akşam üstü oya saat kulelerini, osmanlı saraylarını, planörlerle uçmayı, kafasında dönüp duran bütün hayallerine rağmen tamamlayamadığı cümlelerini ve veremediği cevaplarını düşünürken, ve yine de basitleştirebildiği için yaşadığı her dakikalık komediyi ve acıyı, balkondaki akşam sefaları ve japon güllerinin yanında duran masaya örtüsünü serdi, masanın dayalı olduğu koyu yeşil apartman duvarına asılı eski bahçe kapısının üstünde üç tane cam şamdan yavaşça şıngırdadı.



Salı, Ağustos 11, 2009

geçti


tatil yaptım döndüm. kahküllü ve turuncu ince bir çizgiydi. döndüm, hiç trafik yok. dolmuş geçmiyor. yağmur, londra vs hayallerine dalacak loş bar masalarının keyfi kaçtı. benim de. yokuş yukarı çıkmak veya aşağı inmek fark etmiyor. mana, cesare, son kullanma tarihinden iki gün geçmesine rağmen yenilebilecek tahıllı yoğurtlara benziyor, tatsız, karaktersiz.

okullardan mezun olunuyor, çorapların üstüne topuklu ayakkabı giyiliyor, birilerine laf anlatılıyor, kaldırımlardan yürümek daha da zorlaşsın diye, tam bir manolya mutluluğu yaşanıyor, osmanlı hançerleri aromalı, üçüncü dünya tadında,


zamanla dükkan açılacak