güneş uzun binaların arkasından daha doğmaya başlamamışken yuvarlak pencereden trafik lambalarının ve boş kaldırımların üzerinde beliren mavi ışığı izleyen, bilek kemiğinin üstü yırtılmış külotlu çoraplarını daha bacaklarından sıyırıp atmamış oya'nın sarı gözleri ve üstüne sürdüğü gri farları, -akmış maskarası tabi, çünkü bayılıyoruz sanata karşı gülümsemeye muzip muzip; bu sırada loş, kahverengi ışığı hala yanmakta olan başucu lambasının yanında yarı uykulu yarı uyanık, pantolonunun sol paçası dizine çıkmış, sırt kasları kürek kemiklerine yapışmış m gordon tipli, sakince paçuli kokan, yumuşak saçlı adama takılıyordu. başucu lambasının üstünde durduğu ahşap komodin açık renk çiziklerle doluydu, yığılmış ve yarısında bırakılmış iki üç tane, çocukluktan ve uçmaktan bahseden kitabın kapaklarında küçük yuvarlak halkalar ve pembe lekeler vardı, ve bir o kadar da ağır duruşluydu bu komodin; evin taşıdıklarından bağımsız olarak kendi kendini var ettikten hemen sonra bunun pek de manasız olduğunu düşünmemiş tek parçası olmaktan, okuduğumuzu ağlayalım tipinde bir keyif de hiç mi hiç almıyordu, gençlere inat.
gordon saçlı adam sırtını mor çarşaflara bastırarak rahat ettirmeye çalışıyordu, uyku ve uyanıklık arasında küçük bir noktada sıkışmış kalmış, oya'nın ince dirseklerine, manasız hareketlerine, ne zaman bir kapıdan içeri adım atsa aşkı, düşüşü ve modernin getirdiği tüm uyduruk parçaları böylesine içindeymişçesine nasıl karıştırdığına hayret ediyordu, kıskanmıyordu da aslında; çünkü ince ceketleri, otuz santimlik çapı veya yatağı hatırlatan saçlarıyla pek de gerek duyduğu söylenemezdi, çünkü bu adam elinde su bardağı tutsa yakışmazdı, en çok bodur ve parlak camlı bardaklar tutmayı severdi, ve bir de flamenkodan filan bahsetmeyi; bu sırada oya gerçeklikten bahsedip gülerken veya kuklalardan bahsedip susarken, üzerindeki petrol yeşili elbisenin tüm lekelerine ve güzelliğine fazlaca aldırış etmeden.
bütün geçişlerde, dalgalarda, düşüşlerde, yükselemeyişlerde!, bütün güzel müziklerde çığlık çığlığa, bütün dubrovnik seyahat planlarında sessiz ve dokuzuncu köprüden bahsederken birden pek esrarengiz bu bir grup insanın yanaklarından öpesi gelmiyordu kimsenin. sevişmek veya yayvan şampanya kadehleri, veya ona benzer maddeler, gül kokuları ve akşam dalgalanmaları ve sabah uçakları, portakal suları ve tornavidalar!, beyaz çarşaflı otel odalarında uyanmalar ve bu sırada havada marzipanlı cinayet kokusu, eski pervazlı pencerelerden aşağı fırlatılan mateus şişeleri, soğuk!, yağmur!; geliyor akla; bir de kırıkları saklamak için kırmızı bandajlar.
bir milyon! adet şans ve tüm çirkin güzellikler adına şerefe.
kadına !
YanıtlaSil