çok konuşuyordu oya! küçük sarı duvarlı evinin kare yatak odasında, sırtını kahverengi komodine dayamış, konuşuyordu, gelmelerden ve gitmelerden, kırmızı kalplerden, eğlencenin ne kadar küstah, nasıl da bencil olabileceğinden bahsediyordu; bunu kendini eleştirmek için mi yapıyordu, başka taraflara mıydı yoksa lafı, anlaşılamıyordu, fazlasıyla kaptırıyordu bedenini müziğe, ışıklara, övgülere, ki ne yapsındı!, kimse yenilenemiyordu oya'nın yanında, bir oya vardı!, oya'nın saçları, çantaları ve ekose desenli kazakları, bir de o müthiş umursamazlığı ve yanında çok kıvamlı avokado sosu gibi giden çılgınca bağırışları, OYA BİLE yapamıyordu rahat, rahat nasıl olunur! nasıl olunur diye soruyordu, elinde pembe bir kadeh, diğer eli delice hareket ediyordu, gözleri jüpitere benziyordu, altları haleli, içi parlak ve yumuşak, söze gelince tehlikeli.
oya nefesini tutuyordu, nefesini tutunca görmüyordu, yanında bitmiş küçük şimşirler dışında bir kadın bedeni veya bir erkek bedeni, görünmez oluyordu, sözler batmıyordu çene kemiğine, sarılışlar, göz makyajları, diğerlerinin eğlendiği her dakika, şimşirlere bakıp pavese'yi düşünüyordu, ama geçmiyordu, hiçbir zaman geçmiyordu, kaval kemikleri birbirine dolanmış otururken insanlar oya'nın ruhunu istiyorlardı yahu!, bilek kemiklerinin beyazlığını, ve pek de bakmamış olmasını onlara, saçlarının kokusunu ve onları koklamayışını, bir bilselerdi!, bir bilselerdi oya ne menem bir şeydi!, parmaklarına sürdüğü uyduruk ojeler kadar geçici, bir ateş topu adeta!, oya'nın ne yapacağını kim bilebilir, kimi tartaklayacağını, kimin banyo aynasına iltifat edeceğini, hangi kadına kalçalarını eritmesi gerektiğini söyleyeceğini, hangi kadehler ve hangi müziklerle duygulanacağını, hangi günler gözlerinin parladığını ve ne zaman grileştiğini gökyüzünün, hangi sabah uyandığında omlet, ne zaman öpülmek isteyeceğini, susacağını, bağıracağını veya gideceğini.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder