şeytan yok, üzüm bağlarında koşturuyorum, çevremi algılama düzeyim gayet açık ve net, bir yandan da sekize bölünmüş durumda tüm gerçekliğim, sabit fikirlerim ve değişken fikirlerim var, duyumsuyorum dünyayı fakat duyumsayabildiğimi midemde büyüdüğünü sandığım çiçekler kadar açıklayabiliyorum; açıklayamadığım tüm parçalarını o sekizgenin, konforlu bir rahatlığa büründürmek adına, uyuşturuyorum, ve bağımlılığım buradan doğuyor, irice ve ana karnından çıkarken hiç ağlamayan bir bebek gibi.
aslında şeytan yok, onun bir gölgesiyle yaşıyorum, bir eko hali; ki tüm şehri, kıyı şeridini, sevdiklerimi, özlediklerimi, en çok kırdığım herkesi arkamda bırakmama yol açacak bir kaçış, bağımlılıklarımla daha da çok yükselen cesaret hissi, tüm vücudumu sarmaşıklarla kaplayan his, kalbimi hafifleten, suya batırıp çıkaran; arşimet can çekişiyor hesabı bir kaçış yaşıyorum hayatımdan, şeytan da katalizörüm oluyor; taşlarla vücudumu delmeme bir mazeret, kolay yollardan ulaşılabilen tozlar, katlanmama gerek dahi olmayan engin bir cahillik, ve uzaklaşmak, yani kendinden uzaklaşmak değil, tersine, tahrip ettiğim bütün organlarımı yanımda götürüyorum, kaşarlanmış ruhumu yanımda götürüyorum; değişecek olan tek şey gürültü, cevap vermek durumunda kaldığımda hastalandığım gürültü, sessizliğe ve sorgusuzluğa duyulan dayanılmaz özlem, alkolle pekişen bütün yaratıcılık, renkler, aklın getirdiği kristal değerinde olma hissi; şeytan da romlarıma ortak olacağını, romlarımdan sonra sıranın bana geleceğini düşüneduruyor, kendi gemini azıya almış olduğunu, her an kaçabileceğini.
işte tam da bu kristal histen çıkıyor tüm bağımlılık; yapacaklarımı hayal edebilme ve hayallerini yapabilme hali, uyanıkkenki rüya, rüyadayken yaşanılan ayıklık hali. kurtulamayacağımı bilmemin yarattığı körleştirici, uyuşturucu, şairane duygu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder