oya'nın kısa vadede hiçbir işe yaramayacak çırpınmalarını dinlemekle geçiyordu hayat. saat on birde yattığında yorganın altından, karnından gelen gurultuların şikayetiyle, bir küçük mavi renkli ağrı kesici, şekersiz pastil ve az dozajlı parasetamol yüzünden midesinin ekşimesinin verdiği rahatsızlıkla, büyük, geniş, gürültülü bir caddenin tam ortasındaki gül kurusu apartmanına doğru yürürken kahverengi ayakkabısının bilek kemiğine verdiği acıyla, yine bu apartmanın ikinci katta, içine güneş girmeyen soğuk dairesinin balkonunda, babasının getirdiği ve diktiği cam çiçeklerini sularken ıslak zeminde kayıp düşmesinin getirdiği ağrıyla geçiyordu; her saat başı kendime ve ona kahve doldurarak siyah fincanlarda. oya terk edildiğinden beri, ki bunu yine kendi istemişti, kendini terk ettirmişti, belki bunu söylemek çok acı, belki de haksızlık oya'nın anlamlandırmaya ve dışarıya akıtmaya çalıştığı bütün mavi hayaller, kaldırımlarda gördüğü uçak gölgeleri, oturulabilecek yükseklikte duvarlarda bacaklarını aşağı sarkıtarak açılmış bağcıklarını bağlarken duyduğu neşe adına, veya salt oya'nın iç huzuruna yarayan tüm renkli ve fani parçaları düşünüldüğünde hayatın; yine de terk edilmişti' demek oya'yı, oya'nın bütün merdivenlerini, gitmelerini, gelmelerini, yediği ve attığı bütün tokatları, gardrobunda biriktirdiği vanilyalı sabunları, yorgun ve kırmızı gözlerinin arkasındaki yedirememişliği ve öfkeyi hafife almak, veya kendisinin fazlasıyla masum olduğu hezeyanına kapılmak manasına gelebilir ki, zinhar bir tutar tarafı yoktur bunun.
bu etken veya edilgen terk meselesinden sonra oya'nın kısa vadeli samimiyetsiz çırpınmaları belki çok sıkıcı birer klişe, hiç de çekici olmayan fazla dar bir elbise veya kendi güzelliklerini ve yeşil gözlerini ve tüm yeteneklerini kısa ve doymuş cümlelerle anlatmaya çalışan geniş bir kadına benziyor olabilir, flora'lar ve posen eteklerle hala tatsız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder