rüyamda gördüm. upuzun ahşap bir masanın başına oturmuş kırmızı kukuletalı yaşlı ve sakallı bir adam teneke bir bira kutusunu açmaya uğraşıyordu. havada sürekli içinde ironi, satir, kabarık etekler sözcükleri geçen bir uğultu duyuluyordu. bir yandan sokak lambalarının altında bekleşip sigara içen bir kız iki erkek, -ki burası güzel ama soğuk bir şehirdi ama hangisiydi bilemedim; kütüphanedeki kitapları alfabetik sırayla okuma planları yaparken, bir yandan büyük ve yüksek duvarlı odalarda çok tutkulu bir aşkın noktası konuluyordu. telefonda sesi neşeli geliyordu kızın, kızı hiç görmedim sadece sesini duydum, muhtemelen üstünde pijaması ve ayağından çıkarmadığı gri botları vardı, ellerini saçlarının arasından geçirip gözlerini kapatıyordu, sesi neşeli geliyordu ve karşısındaki gerçekten sesin ne kadar neşeli ve tatlı geliyor demişti, sevinse miydi üzülse mi, asaf kafaları hakikaten tutmuş muydu ki, bu kadar başarılı mıydı artık yıllar sonra ajda pekkan sözleri olmaya hala, veya şöyle düşünmeliydi, uzun ahşap masanın başında duran yorgun gözlü adamda, sokak lambasının altında büyümekten bahsedenlerde, telefonun ucundaki seste hep bir yalnızlık hissediliyordu, bu insanların yalnızlığını kokladım rüyamda; çok fazla yaşamadıkları hayat birikintisi olduğunu veya bulantılarının en korkunç raddesinde gülümsedikleri anları düşünüyorlardı ve hep düşüncelerinin tersine davranmalarını sağlıyordu bu, bir de şehir her daim soğuktu, yüzlerine yün atkılar doluyorlardı, dizlerini tozluklarla örtüyorlardı pantolonlarının içinden; hep soğuk içkiler içiyorlardı ama, ve yenilgilerini kabul etmek istemeyen tatlı sesli o kız gibi, sokak lambasının kıvrımlarından manalar çıkarmaya çalışmayan ve susan adamlar gibi, kukuletalı bunak gibi umutsuzlardı; mideleri bulanıyor ve taşlar giderek ağırlaşıyordu.
Pazar, Eylül 20, 2009
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder