(giriş karmaşası. kafa karışıklığı, şık düğme'den alınmış bir yumak yün akışları: bugün temiz çamaşırlarımı tekrar yıkamaya karar verdim. bilirsiniz pazar günleri dışarı çıkmak kadar evde oturmak da sıkıcıdır. bulutlar, yıkanmış temiz saçlar, jil sander parfümler filan, yani tamı tamına bir bayat ekmeklerle yapılan yemek kitapları serisine benziyor viktor. ruh hali ve vücut ölçülerinin bu derece yakınen tanıdık olması ne çirkin. cuma akşamı hırkamın kolları tuz ve limondan yapış yapış olduğunda devlet malı çalmakla suçlanabilirdik; fazla dikkat çekmeden on tane midye dolmayla birlikte eve gelmeyi başarabildik ama.)
bütün kafalardan bir ses çıkıyor, herkes değişik yerlere gitmek istiyor, ankara'ya kar yağıyor, hızlı tren beş lira, deneme sürüşü tadında, çok çabuk kabuk değiştiriyorum, çığlıklar attığım boğazım parçalanmaya devam ediyor ben çoktan kafamı model kahvelerine yormaya başlamışken, bünye kabul etmiyor hiçbir kötü niyeti kendi yaptığından başka, gidip ayvalık'tan lacivert denizanası toplamak istiyor, plajdaki çocukları korkutmak adına, internetten brooklyn sakinlerinin listesine bakıyor, beklemekten yoruluyor, sanki koskocaman bir fon oluşturuyor, böyle pembe kartondan, diğer önemli olan tüm parçaların arkasına yayılmış bir arka plan resmi; en önemli olan arka plan mıdır şimdi yani, yoksa öndeki porselen tabaklar, telefon faturaları, temiz çoraplar, klaketler filan mıdır, ben bunun arasındaki farkı anlayacağım diye zarar veriyorum zavallıma, yıllarca üzerinde uyuduğum yatak bacaklarımı ağrıtıyor, eymir'i sivrisineklerden arındıracağız diye bütün saz florasının içine etme politikası soslu doğru oturup eğri düşünelim günleri yakında başlıyor, hava ısınıyor ya!, bütün mavi çiçekli yüzükler parmaklara büyük geliyor, Will Smith somon pembesinin çok yakıştığı çok hüzünlü bir adam diye düşünülüyor, şu an her şey çok hızlı, zaman hızla akıp geçiyor, dakikaların üzerini vücudumuzu temmuz'da hissettiren battaniyelerle kapatmak, saklamak istiyorum, yokuş yukarı sokaklardan yürümek istiyorum, çıplak dallar yanağımdan çeneme doğru çizikler bırakırken; her gün konuştuğum, hayallerini kurduğum ve yıktığım rengarenk eşarplı insanlar hakkında yazmak istiyorum, cuma geliyor, mutfağın sıcak lambası yanıyor, babam patlıcan közlüyor, bütün hikayeler erteleniyor.
kötü değil bu, kaçırılan trenler, yataklı vagon aynalarının kenarlarında yazan yüz yıkama ve traş olma talimatları, bir yere gittiği yok bunların, viktor uzun boyu ve ince kravatlarıyla kıvırta kıvırta yürürken beni kıskandırmaya çalışıyor, diş macunlarımı daha sık kullanmama, yasadışı örgütler hakkında daha çok kafa yormama neden oluyor, muhalefetin doğasının kiraz ağacı karmaşıklığı gibi safsatalardan bahseden söööööör harry kadar güzelliğine düşkün bir zevk-ü sefa çılgını!, veya sinir gazının sarı olmasıyla ilgili düşünceler, kırk ikinci sokak istasyonundaki boş kola şişelerine vuran hayaletler, daktilonun backspace kakafonisi!; tüm bunlar hakkında başımı döndürürken london eye'ın ne çakma bir şey olduğunu düşünüyorum ve tüm garip yiyeceklerin tadının tavuğa benzediğini, sonra da çok sıkıcı tekrarlarda bulunduğumu, dingdangdong, sevgilimle kahvaltı yapacağız birazdan, çok güzel kokuyor bütün odalar ve kaymak tadında bir şey oluyor, aynı beyazlıkta, pencerelerden sarkan.
(bitişlerden hoşlanmayan kadınlar için)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder