güneşleniyorum. güneş diz kapaklarımın üzerindeki sarı tüyleri aydınlatıyor, yakıyor, sarı balıklar, çekirdeksiz üzümler, sarı kanatlı kuşlar ve bol bol safran var, bolca endişe, yüksek tansiyon, kalp çarpıntısı, eskiden kalma başucu kağıtları, kül tablaları ve yine eskiden kalma ikinci bedeninin leylak renginde havalarda uçuşması, hissetmemek.
değişen şu ki leylak giyince sen, malum alis'in leylak renkleri, çekmecelerinde biriktirdiği karahindiba toprakları, zümrüt yüzükleri çok meşhurdur, şeytan alev alev yanmaya başlamıyor; tersine yüzüne dingin bir gülümseme, gözlerinin içine bir her gün başka bir bela sakinliği çöküyor; rio'yu anlatmaya devam etmeyeceğim, rio yanıyor ama biz üşüyoruz, hep üşüyoruz, üşümemiz savuran rüzgarlardan, kendi vücudumuza değil, birbirimize verdiğimiz ısılardan, yemediğimiz sıcak yemeklerden, ve mütemadiyen gökyüzüne bakmamızdan.
evin arka bahçesinde uykuya dalan köpeğe vacio ismini şeytan koydu, vacio çimenlerin üstünde, ağaç gölgelerinde kıvrılıp yattıkça biz de onun yanına uzanıyoruz, şeytan yaprak çiğniyor, ben beceremediğim limon liköründen içiyorum, az şeker koymuşsun, ben şeker kullanmıyorum, şu mestizolarla konuşmamız gerek alis.
mestizolarla başımız büyük belada. mestizoların bizi sevmesine imkan yok, ne ben göğsümle ipek gömleklerimin arasına geçirdiğim broşla, ne şeytan pantolon askılarıyla, rio'da ekmek parası kazanmaya gelmiş herhangi iki fakir beyaza benzetebildik kendimizi. evin arka sokağındaki tren raylarının gümbürtüsü her seferinde ölüm hissini uyandırıyor ve mestizolar tehdit etmez, mestizolar sadece öldürür. ve vacio bundan çok hoşlanır, taze etle değil haşlanmış karnıbaharla beslendiğinden.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder