kutsuyorum tüm nefretini, bilmiş kahkahalarını, azgın bir boğa gibi dört duvar arasında debelenen kıskançlığını! -ki anlayana aşkolsun; ne oluyor yani bu umutsuzluk, bu iki saniyede bir kafanın üstüne düşüşler, ilgi ve alakayla gözlerinin içine, vücuduna, kollarına, kalbine bakan bu ela gözler bile mi yardımcı olamıyor devam etmen gereken tüm hayat parçalarına, seni kaldırımlarda yürümekten böylesine alıkoyabilen bu muhteşem kötü güç nereden geliyor, neden sırf tüm göğüs kafesleri çok daha değişik tatlı kokularla ve bacaklar eklem yerleriyle dolu diye kendini top toplayan kısa boylu küçük bir oğlan çocuğu olarak görmek zorundasın kuzum; ben şimdi diyorum ki mesela, sanırım bu işin üzerine ne kadar fazla gidersem o kadar fazla yara alacağım, aslında alıştım da benim olmayan bir hayata, hiç mi hiç alışılamasam bile, yani anlıyor musunuz, naylon çoraplarıma, parfüm şişelerime, güzel ışıklı restoranlarda içtiğim abuk subuk çorbalara, yediğim aptal soslu makarnalara, evime, odamın girintilerine; bir türlü alışılamıyor neden bilmiyorum, bunca mı sıkıcı, böyle, dediği gibi, şunlardan, bunlardan ve onlardan mı ibaret miydi ki benim hayatım; oysaki ben güzel renkli camlardan, yumuşak halılardan, sıcak mutfaklardan filan hoşlanırdım; sözlerim ve arkadaşlarım da ne kadar harikaydı üstüne üstlük, ve manasızlıktan bir güzellik doğuyordu, hiç olmazsa çıkılan tüm sokaklarda ve yürünen bütün yollarda bu anlamsızlığın komikliği vardı ve bu devam etmemi sağlıyordu, hem de keyifle; dalga geçecek takati ve üstün görecek burnu büyüklüğü bile sunuyordu, ki bütün bunlar zaten çok eğlenceliydi, ve ııı yahu ben hayatımı nereye soktum ki dedirtmiyordu hiçbir sabah uyandığımda.
neyse yahu. ağla ağla geçer bay tekin, doğru dediniz zamanında,
sevgiler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder