Çarşamba, Temmuz 22, 2009

deri değiştirmek


kendimizi değiştirmeye gücümüz olduğu kadar sevebiliyoruz kafeterya kapılarına asılı beyaz jaluzileri, içerde içilen sebze çorbalarını, insanların oturmaya gelebilecekleri fikrini bu yerlere, ki bunu anlamak için; birilerinin bacak bacak üstüne atarak ihalelerden bahsetmesini, gerçek bir aşk gerekiyor bedenine, ruhuna; sadece değiştirmekle olmuyor zamanı, kaldırımları, sözlerini geri sarmakla, aptal sesler çıkarmalarını dinlemekle yapılamıyor, limon ağaçlarını seven adamlarla, tüm beyin kıvrımları şikayetle, tatminkarsızlıkla dolu, güneşten kamaşmış gözlerle yürüyen kadınlarla sokaklarda, olmuyor; ne zaman diz kapaklarımızın arasında akülü çocuk arabasının geçeceği kadar boşluk oluşmuşsa o kadar azalıyor gücümüz; sabah güvercinleri, vapur düdüklerini filan düşünerek kalkmak bomboş, loş bir eve, antredeki taşları soğuk; şehre bakan akşam sefalarını sulamak saat altıda ve mermer masayı sabunlu bezle temizlemek, kareli masa örtüsü sermek ve oturmak adına yarım saat sonra; devam etmek!, devam etmek için fazla gücümüz kalmıyor, o yüzden yavaşlamamız gerekiyor, çünkü cam kaselerde humuslar, hiç mi hiç oralı olmamak etrafından akıp giden konuşmalara, hareketlere, yalnızca mineleri düşünmek ve kadınlığın aşağılık görüntülerini insanlığın gözünde; vera viktor kadar iyi değildir sonuçta beyaz dantellerini dikerken, ve virginia katılmaz belki taşlarıyla bu görüntüye, çünkü kendisi de misojini kıvamında hapşuruyordu bloomsbury parklarına doğru; işte yetmiyor, yavaşlamamız gerekiyor!, yine de güneş batarken yazın bıraktığı turunculukla yanaklarda, ve kolların uyuşurken aldığın keyiften, aşktan ve sıcaklıktan; etrafındaki bütün parçalar devam ediyor, koşarak, yavaşça yürüyerek ya da, ama daha yara almadıklarından arkalarına bakmayabiliyorlar, ayakkabılarını temizlemiyorlar tozlardan ve sıvılardan; parçalar akarken birini seçmen gerekiyor, güneşin turuncusunu veya toz tutmuş tezgah üstlerine benzeyen şehirlerden birini, sadece artık daha yavaş, çünkü yavaşken kokular daha güzel geliyor nefes alıp vermeyi öğrendikçe, ve sabahlar daha az isli, uyandığında bedenin daha düz, ve umulmadık derecede istekli.


Çarşamba, Temmuz 15, 2009

ellis'le erken baş dönmeleri randevusu


çok konuşuyordu oya! küçük sarı duvarlı evinin kare yatak odasında, sırtını kahverengi komodine dayamış, konuşuyordu, gelmelerden ve gitmelerden, kırmızı kalplerden, eğlencenin ne kadar küstah, nasıl da bencil olabileceğinden bahsediyordu; bunu kendini eleştirmek için mi yapıyordu, başka taraflara mıydı yoksa lafı, anlaşılamıyordu, fazlasıyla kaptırıyordu bedenini müziğe, ışıklara, övgülere, ki ne yapsındı!, kimse yenilenemiyordu oya'nın yanında, bir oya vardı!, oya'nın saçları, çantaları ve ekose desenli kazakları, bir de o müthiş umursamazlığı ve yanında çok kıvamlı avokado sosu gibi giden çılgınca bağırışları, OYA BİLE yapamıyordu rahat, rahat nasıl olunur! nasıl olunur diye soruyordu, elinde pembe bir kadeh, diğer eli delice hareket ediyordu, gözleri jüpitere benziyordu, altları haleli, içi parlak ve yumuşak, söze gelince tehlikeli.

oya nefesini tutuyordu, nefesini tutunca görmüyordu, yanında bitmiş küçük şimşirler dışında bir kadın bedeni veya bir erkek bedeni, görünmez oluyordu, sözler batmıyordu çene kemiğine, sarılışlar, göz makyajları, diğerlerinin eğlendiği her dakika, şimşirlere bakıp pavese'yi düşünüyordu, ama geçmiyordu, hiçbir zaman geçmiyordu, kaval kemikleri birbirine dolanmış otururken insanlar oya'nın ruhunu istiyorlardı yahu!, bilek kemiklerinin beyazlığını, ve pek de bakmamış olmasını onlara, saçlarının kokusunu ve onları koklamayışını, bir bilselerdi!, bir bilselerdi oya ne menem bir şeydi!, parmaklarına sürdüğü uyduruk ojeler kadar geçici, bir ateş topu adeta!, oya'nın ne yapacağını kim bilebilir, kimi tartaklayacağını, kimin banyo aynasına iltifat edeceğini, hangi kadına kalçalarını eritmesi gerektiğini söyleyeceğini, hangi kadehler ve hangi müziklerle duygulanacağını, hangi günler gözlerinin parladığını ve ne zaman grileştiğini gökyüzünün, hangi sabah uyandığında omlet, ne zaman öpülmek isteyeceğini, susacağını, bağıracağını veya gideceğini.

kadınlar, en sevdiğim


iyiliğimiz üzerimizde olunca, bütün elbiseler yeşilken dolaptaki, ve halının üzerinde dağılmış bütün ayakkabılar bordo üçgenlerle doluyken, ellerimiz titrerken kahkahalar atarken ve güzelliği dramatize etmek, dramatize edilmiş güzellikle ne bok yiyeceğiz, salatalık turşusu?, diye konuşurken gözlükler yetmezmişçesine; yaşlı binaların arkasından görünen, sahanda yumurta kıvamındaki güneş kiliselere bekçilik eden bütün chimera'ları cüzzamlarken ışığıyla, ki parlattığı her yeri iyileştirmiyor bu meret, trafalgar'da akşam olurken yani, o yeşil elbiseyi çekip omuzlarının üstünden bedenine bıraktığında, bir sigara yanıyorken gri kül tablasının üstünde, outra vez doldurmuşken bütün evi, şampanya kadehlerinin yayvan olduğu çağda yaşarmışçasına; bununla pek de ilgilenmezken, ve battığını düşünürken kahvaltıda ve ikindi rozelerinde hayatın sana, ve tamamen bu sinir içinde nergiz tarlaların olsun diye hayal ederken ve kahverengi halının üzerinde yuvarlak lekeler çarpıyorsa gözüne, birileri koşulsuz sevgiden bahsediyorken hala yaşamın ikircikli bir tarafı olduğuna inanmışken, ve bir de üstüne üstlük severken bu tartılara sığmayan halini, bu garip dengeden huzursuz olup geceleri limon sıkılmış suyunu ağzına götürürken siyah fonda kırmızı arial gibi olduğunu düşündüğün bütün korkularla birlikte, trafalgar'da akşam olurken!, güneş batarken, saçlarını kıvırırken kadınlar ve akıllarından geçmezken başkalarını süzmeler, ve konsantrasyon gerektiğini düşünüyorlarsa kırık bardaklardan içilen majesteleri içkileri için, ve samimilerse cenklerinde, ve açıklama ihtiyacı duymuyorlarsa kıvrımlarının içinden geçen, portakal dilimlerinde çözülen belalarını, kendi başlarına dakikalarca durabiliyorlarsa, yüksek tepeleri, çam kokusunu, planörleri düşünerek, yetmediyse yedikleri ve var edemiyorlarsa içlerindeki acı soslu beyaz etlerini!, sayılarla, harcanılanlar ve başlangıçlarla, yani;

tırtıklamayı seviyorlarsa, yemeyi değil,

küçük kırmızı yara izlerini sırtlarındaki,


cevap yok sonra karşıdan, evde kalan çeyrek makarnalarla yapılmış bulamaca.

Salı, Temmuz 07, 2009

klişe saçmaları - tetkikler


düşük
düşük
düşük
düşük
düşük
düşük
düşük
düşük
düşük



yaptıklarının farkında değiller. bir çoklarının farkına varamadığımız gibi küçük küplerimizin içinde.
oysa acıyla beslenen, üzerine bir bardak soğuk su içmeyen hatunların da karaladığı gibi ne kadar da çok görülecek şey var etrafta! sarılabileceğin ağaç gövdeleri 40 santim radyuslu, donmuş böğürtlenlerin yanında içtiğin çilekli şampanyalar boğaz manzaralı evlerin çatı katından, ki buraya fazla kesif kaçıyor yakışıklı fransız yazarlar!; ve üstüne üstlük ağlamak da bazen güzeldir' kafalı, içli mi içli suratlı, kırık yüzlerde sulanan gözlerin merkezden kaçma etkisi yaratacağını düşünen, kendi kırıklıklarının güzelliklerine yansıması üzerine kafa yormaktan öte, ve sırf bu yüzden, düşünemeyen, düşününce erkek katili/delisi olan

kadın arkadaşlarım; deniz yıldızları ararken kimsenin gitmediği koylarda, ve kimsenin gitmediği koylara gittikleri, bir de deniz yıldızı aradıkları için,

bu yaptıklarının pek de ankara metrosu misali iğreti durduğunun ve birbirine yapışmış makarna kıvamına yavaş yavaş yaklaştığının ayırdına pek varamazlar.

keyifli kadeh kaldırmalar, vs