Salı, Eylül 24, 2013

rio - 10

mutfak tezgahının üstünden, küçük salonun içlerine doğru yayılan dinah'nın sesi uyuşturmuş, saçlarım önüme düşmüş, tek kolum bacaklarımın üstünde, diğeriyle yüzümü tutmaya çalışırken uyuyakalmışım, atletin sol askısı aşağı kaymış, mikrop kapmış göğsüm açıkta, kıpkırmızı yarayla birlikte büyükçe bir gonca güle benziyor uzaktan.

şeytan içeri giriyor, dudağı patlamış, sağ gözünden sarımsı ve kesif kokulu irin akıyor, yumrukları hala sımsıkı, mosmor, şiş yüzü ve ince bilek kemikleriyle herhangi bir ensefalit hastasına benziyor.

doğruluyorum, gözlerim büyük büyük şeytana bakıyorum, atletin askısını düzeltiyorum, alis göğsüne n'oldu, senin gözüne n'oldu şeytan, kavga ettim bana romlu bir şeyler yapsana, otur, üşüyor musun, bana romlu bir şeyler getir, battaniyenin altına giriyor, gözüne pansuman yapıyorum, dudağına dikiş atmak gerekiyor, parkelere kan damlıyor, kadehin ağzı kıpkırmızı oluyor, leylaklarım ve lavantalarımın göğüs kafesimden aşağıya doğru uçuştuğunu, başımın döndüğünü, sokaktan kedilerin geçtiğini, vacio'nun havladığını, tüm koka ağaçlarının rüzgarda yapraklarını yitirdiğini, rio'nun mavi çatılarının yıkıldığını, miguel'in çıktığı üçüncü yolculukta pruvadan tepetaklak okyanusa düştüğünü hissediyorum, dil altı sakinleştiricilerinden bayılacağımı duyduğum an şeytan'ın dudaklarına yapışıyorum, çenem ve burnum kıpkırmızı, kanın esrik tadı, soyunuyoruz, şeytan mikrop kapmış göğüs uçlarımı öpüp emiyor, kollarımı sıkıyor, omurgamın bittiği yerden sırtıma doğru gezdiriyor ellerini, kavrıyor, ellerinde küçücüğüm, küçücük, ete aç bir kaplan yavrusu gibi, şeytan içime girdiğinde dünyanın bütün uyarıcıları katlanıyor, beynimden içeri, küçük güveler gibi damarlarımda, yüzümü ellerinin arasına alıyor, gözlerimi açıyor, parmaklarını gözbebeklerime yaklaştırıyor, yüzüm kan içinde, şeytanın ellerinden kanlar akıyor, boşalıyoruz, bir cinayet sahnesi veya herhangi bir işkence evi renklerinde rio'daki iki katlı küçük evimiz, burdan gidiyoruz alis, başımız belada.


Pazar, Eylül 15, 2013

rio - 9

saat altı elli dokuz sadece uyuşukluk var sadece beyazlar sadece hayal kırıklığı kamaranın mide bulantısı sadece yaptığım tüm şeytanlıklar sadece aslında şeytanın şeytan olmayışı sadece aslında şeytanın ben oluşum aslında kuyruğumu kasıklarımın içine sokup bilerek kaybedişim sadece kötülük sadece şeytanlık var içimde

Cuma, Eylül 13, 2013

rio - 8

vacio yüzümü yalarken uyandım. güneşin altında, kızıl semizotlarının ve yeşil yapraklı ağaçların altında uyuyakalmışız, şeytan yanımda kıpırdanıyor, bacaklarıma sarılıyor, sıkıca sarılıyor, ince parmaklarıyla okşuyor beni. kızım ben piyano çalardım eskiden, ha evet ben de çello çalardım, bacaklarım müsait gördüğün gibi, seni öldürürüm alis, öldür, karşılıklı taburelerde asalım kendimizi, olur.

tamale çeşitleri ezberlemekten giderek sıkılıyorum, şeytan da bara gelen sarhoş heriflerin kasık kemiklerime sırıtarak bakmasından giderek sıkılıyor, bugün evdeyim, ikinci katın küçük balkonuna yıkanmış çarşafları ve şeytanın atletlerini asıyorum, ipek gömleklerimin hiçbirini giyemiyorum, sürekli şeytanın giymediği eski pijama takımlarıyla geziyorum, çürük vücudumun farkına varmamaları hoşuma gidiyor, broşum hala göğsümün üzerinde duruyor, mikrop kaptıkça tentürdiyotla temizliyorum, mestizolar şeytanın durgun bakışlarından korkarlar belki diye içimden geçiriyorum.

kokain hiç bitmiyor, böylece leylaklar ve lavantalar da.


rio - 7

gemi sallandıkça kavgalarımız büyüyor. hep aynı ipin ucundayız, ipin bir tarafını ben kendime doğru, doğrularıma, kalçalarıma, içimdeki leylaklara doğru çekiyorum, şeytan hep kendine, karanlığına, titremelerine, baş dönmesine, lacivertine doğru çekiyor, ip hiç kopmuyor, kopacak diye korktuğumuzdan çekmemiz de asıl büyük trajedimiz oluyor, gemi sallanmayı kesiyor, miguel sigara getiriyor, haşlanmış patates var yer misiniz, olur aslında, miguel bize haşlanmış patates veriyor, biz ona votka dolduruyoruz, bugün onuncu günümüz, açık denize doğru yol alıyoruz, korku giderek artıyor, her gün biraz daha zayıflıyoruz, benim yine eser miktarda kadınsı kıvrımlarım var ama şeytan tam bir enkaz, enkazlardan hoşlandığımı söylediğimde beni götürdüğü terk edilmiş binanın içindeki sarı kedileri hatırlıyorum, hatırladığımı anlıyor, saçlarımı okşuyor, örgümü çekiştiriyor, göğsümdeki broş biraz kanatıyor, biraz yükseliyorum, içim saniyelik sevinç anlarımdan biriyle doluyor, geçiyor, nefes alıp veriyorum ve konuşmuyorum. konuşmama huyuma alıştılar, işaret dili bile yapıyorlar, yalnızca tek tük işaretimiz var, parmak yukarı, parmak aşağı, gözleri yavaşça kapama, açma, nefes, elleri iki yana açarak belirtilen bezginlik. içimdeki lavantalar, leylaklar hiç bitmiyor, susmuyor, bu iyi bir şey mi onu dahi bilmiyorum.

yanıma aldığım birkaç şehir fotoğrafına bakarken yarısından fazlası güvertede miguel'in bulduğu taburede otururken havada uçuşmaya başladı ve denize düştü.

şeytan bazen oturuyor, bu ender zamanlarda birbirimize gülümsüyoruz ve hiç kavga etmiyoruz, ben ona hiç vurmuyorum ve o ona vurduğumda sinirini yatıştırmak için kamaraya doğru hızlı adımlarla ilerlemiyor. şeytan hep beyaz kısa kollu atletlerle dolaşıyor, kamaraya vuran güneşten biraz yandı ve bundan hiç hoşlanmıyor.

rio'da bizi ne beklediğini bilmemek organlarımızda birikmiş larva hallerinden çıkıp beyaz çarşaflara dadanmaya başlayan tahtakurularına benziyor.

Pazartesi, Eylül 09, 2013

rio - 6

güneşleniyorum. güneş diz kapaklarımın üzerindeki sarı tüyleri aydınlatıyor, yakıyor, sarı balıklar, çekirdeksiz üzümler, sarı kanatlı kuşlar ve bol bol safran var, bolca endişe, yüksek tansiyon, kalp çarpıntısı, eskiden kalma başucu kağıtları, kül tablaları ve yine eskiden kalma ikinci bedeninin leylak renginde havalarda uçuşması, hissetmemek.

değişen şu ki leylak giyince sen, malum alis'in leylak renkleri, çekmecelerinde biriktirdiği karahindiba toprakları, zümrüt yüzükleri çok meşhurdur, şeytan alev alev yanmaya başlamıyor; tersine yüzüne dingin bir gülümseme, gözlerinin içine bir her gün başka bir bela sakinliği çöküyor; rio'yu anlatmaya devam etmeyeceğim, rio yanıyor ama biz üşüyoruz, hep üşüyoruz, üşümemiz savuran rüzgarlardan, kendi vücudumuza değil, birbirimize verdiğimiz ısılardan, yemediğimiz sıcak yemeklerden, ve mütemadiyen gökyüzüne bakmamızdan.

evin arka bahçesinde uykuya dalan köpeğe vacio ismini şeytan koydu, vacio çimenlerin üstünde, ağaç gölgelerinde kıvrılıp yattıkça biz de onun yanına uzanıyoruz, şeytan yaprak çiğniyor, ben beceremediğim limon liköründen içiyorum, az şeker koymuşsun, ben şeker kullanmıyorum, şu mestizolarla konuşmamız gerek alis.

mestizolarla başımız büyük belada. mestizoların bizi sevmesine imkan yok, ne ben göğsümle ipek gömleklerimin arasına geçirdiğim broşla, ne şeytan pantolon askılarıyla, rio'da ekmek parası kazanmaya gelmiş herhangi iki fakir beyaza benzetebildik kendimizi. evin arka sokağındaki tren raylarının gümbürtüsü her seferinde ölüm hissini uyandırıyor ve mestizolar tehdit etmez, mestizolar sadece öldürür. ve vacio bundan çok hoşlanır, taze etle değil haşlanmış karnıbaharla beslendiğinden.

Perşembe, Eylül 05, 2013

rio - 5

küçük kamaranın şifonyerine koyduğum başucu lambasının turuncu ışığında şeytana siyah eldivenler örüyorum, sigara içiyorum, sigara hiç bitmiyor, tayfadan miguel bize kendi sigaralarından getiriyor; miguel uzun boylu, her gün siyah atlet ve beyaz pijama altıyla dolaşıyor, sırıtıyor, bize borrachos diyor, ekibin geri kalan üyeleriyse bizden pek hoşlanmıyor.

yine kusacak mısın, gel güverteye çıkarayım seni. istersen saçlarımı da ör tam çocuk bakıyorsun. sana bakıyorum. sana bakmak istiyorum. şu elindeki makası bırakır mısın. yün kesiyorum ben onunla.

bugün yedinci günümüz.


rio - 4

kızım aklını yitirmiş gibi konuşma. peşinde yedi tane mestizo sen hala burnunu çekiyorsun. çiçek topladığını söyleyebilirdin, heriflere buzlu şampanya kadehlerine benziyorsunuz diye laf atarken bir de utanmadan şortunu çekiştiriyorsun. seni her seferinde koruyamam alis. her seferinde koruyamam. anladım. anladığın yok, evin arka bahçesine gel, benim sakinleşmem lazım. sevişelim mi hayır neden önce gidip şu heriflerle konuşmamız gerekecek. kimse artık senin sırıtık bir gringo olarak tamale sattığına inanmıyor, benim de şu masum bahçıvan havalarımdan kıllanıyorlar anlıyor musun. yapma, bir şey yapmıyorum, kavga ediyoruz, etmiyoruz, sevişelim mi, olur, ben tam burada, şu kızıl semizotlarının yanında sevişmek istiyorum, gel hadi

günler küçük iki katlı evin arka bahçesinde oyalanarak, kahvaltıda haşlanmış kırmızı biber yiyerek, kart oynayarak ve güneşi seyrederek geçiyor; rio'da okyanus dalgalı, deniz analarından sığ suları bembeyaz, bacakların yandıkça alışıyor, üzerine merhem niyetine koka yaprakları, evin eski parkelerinin, meşe sandalyelerinin üstünde etekler, gömlekler, rocinha'daki tek fuhuş yapılmayan barın önlüğü ütülenmiyor, tüm saatleri çöpe attık, kirlenilmiyor burada, rüzgar pablo kokuyor, arka bahçede tüm ağaçlar yavaş yavaş büyüyor.

bu işi yavaşlatacağız kızım, dikkat çekiyoruz, paramız azalıyor, taşınmamız gerekecek yoksa.