Pazartesi, Şubat 21, 2011

aydınlanma

yeşil gözlerim vardı. yeşil gözlerimde şimşekler, çiçekler, ilaçlar, ilaç kutuları, mürekkepi akmış kalemler, sabotaja uğramış giysi dolapları, sökülmüş duvar kağıtları, loş, sarı ışıklar, silgi tozları, içine göçmüş çirkin bir karın, kağıttan çocuklar, dağ doruklarında yetişen beyaz manolyalar, palyaço pabuçları, neon lambalar, hüzün, bir koli, iki koli, bin koli hüzün depolanıyordu. tüm bu gereksiz, çürümüş, geveze 'şeyler' depolanıyordu yeşil gözlerimde. algımın son kullanma tarihinin geçtiğini, küflendiğini, ürediğini, yeni yaşam biçimlerine izin verdiğini hissediyordum; neyin cezasıydı bu göğüs ağrısı, ALGIM! hastalanmıştı. yataklara düşmüştü algım; çorba içmeyi reddeden bir boğaz ağrısıyla yastığı iki büklüm ederek çırpınıyordu. yeşil gözlerim, algım, bedenim, birbirlerinden utanan yakın arkadaşlar olmuşlardı. utanıyorlardı. konuşmuyorlardı. suspus olup ceviz kırıyorlardı küçücük kafalarında. geçen gece bütün banyo halısını bir kızıl saç yığınına dönüştürerek kahverengi bir kağıt makasıyla kesmiştim hepsini acımadan. yüzüm perişandı ama bu beni fazla ilgilendirmiyordu. BUDA OLMUŞTUM BELKİ DE!

bir türlü sobelenemiyordum. saklandığım o limon kokan buzdolabının arka tarafındaki kablo ve teller sıcaktı. çok sıcaktı, ellerimi yakıyordu. kimse beni sobelemiyordu. kimse kalesinden ayrılmayı göze alamıyordu. küvettekiler kaleyi boş bulup çoktan sobelemişlerdi. kilerdekiler yakalanmıştı. kanepenin arkasında yüzüstü yatanlar kandırmışlardı ebeyi. ama beni bulabilen yoktu. limon kokan buzdolabının arkasında ellerimi yakarak ayakta duruyordum. gözlerimi hiç kırpmıyordum. bacaklarım uyuşmuştu. karıncalar yürüyordu ayaklarıma. buzdolabından şişeyi çıkarıp yayvan bardaklara dolduran kırmızı çoraplı, saç örgülü kız bile fark etmemişti beni. şişe soğuktu, ama ben yanıyordum. beni kimse sobelemiyordu.

2004. veya 5

Salı, Şubat 15, 2011

eksilmeler

güneş sokak'ta gül kurusu apartmanın beyaz ahşaptan camlarını açtı biraz soğuk hava girsin içeri boş eve diye. soğuk hava koltukların ve küçük kare yastıkların üzerinden kızın ensesine değdi; kız aynadan yansıyan kaşık yüzlü görüntüsüne bakıyordu. yok dedi, gündüzler giderek kısalıyor ve artık bu, günlerin geçmesi, saatlerin öylesine akıp gitmesi, uzanmak, uyumak veya evin içinde yürümek, hislerini değiştirmiyor; ve hisleri, bedeninde yaptığı değişikliklerden öte etkilemiyor hayatını. ifadeleri değişmiyor, ağlamıyor çok. sadece soğuk açıyor zihnini ve yürüdüğü yönü değiştirmeye çabalamıyor artık. şampanya kadehleri ve buz kalıpları görünce mutlu oluyor hala ve gidip gelen ama ağırlığı hiç değişmeyen mutsuzluğu da kutuların içine sıkıştırıp kapağını kapatmaya çalışmıyor artık. bir zamanlar kollarının, ellerinin dayanamayacağını düşündüğü acıyı bütün haşmetiyle yaşamaya çalışıyor ve ne getireceğini merak ediyor. nereye kadar kendisine zarar veren sözlere cevap vermeyeceğini, nereye kadar konuşmayacağını, evet diyeceğini, tamam; nereye kadar sadece oturmakla, seyretmekle yetineceğini merak ediyor. büyümüyor içinde kin, nefret; sadece acı, yavaşça sıyrılan dokunulmazlığı üstünden, yavaşça ölen küstahlığı, yavaşça gerilerde kalması bütün dünyayı kendine hayran bıraktığı zamanların.

yavaşça hak vermesi bir zamanlar bütün küçümserliği ve hafifliğiyle üstüne gittiği insan hayatlarına. kazandıklarını gördükçe durarak sustuğu insan hayatları. hak verdiği intikamları, hakaretleri, hareketleri. ifadesizce öylece baktığı kazançları, çabasız mutlulukları, umarsız şeytan tüyleri.

hayatı bırakması yavaşça, dalgalara doğru, güneşin batmaya başladığı o vakit, sadece bırakması ve durması. hareketsizlikle gelecek her şeye karşı durması. bitmesi burada. tam burada, yükselmesi dalgaların.

Perşembe, Şubat 03, 2011

salıncak

ama sonradan anlaşıldı ki oya, aslında karşında sana ıhlamur yapıp koynunda yatıran erkeğe bir teşekkür borçlu olduğunu hissetmek gerekiyor, neticede ceset yok, cinayet yoksa eğer; özür yok, suç yok, oluyor. duvarlara vuruyor, göğsüne çarpıyor tekrar, eylül, ekim, kasım. aralık, ocak. şubat.

geriye için için sıkışmak kalıyor, büzüşmek; gülümsemek ve pamuk şekerler düşünmek ve aslında ne kadar iyi hafife alabildiğini, sonra gülümseyememek ve sarı saçları düşünmek, aslında ne kadar ağırına gidebileceğini küçük sözcüklerin.