Çarşamba, Mart 27, 2013

30052012

hep ölmek istemiştim ama ölümlerimde çarşaflar, beyaz bilekler, bırakılmış küçük notlar, ağlayan sevgililer yoktu. ölümlerim hep aniden, ölümlerim hep kanlı, hep işkenceyle, hep tecavüzle geliyor, ölümlerim hep arkasında ahşap merdivenlerden antreye doğru uzanan kan yolları bırakıyordu. cinayet yoktu, intihar yoktu, salt kendi kendine gerçekleşen büyük, sert ölümler vardı, tüm her şeyin nedensiz olmasına, oluşuvermesine, tepkisiz kalınmasına verdiğim devasa değere benziyordu ölümlerim. 

makas parlak, keskin, gözlerimin ortasına doğru hareket ettiğinin ayırdına varamadım bile, sen dedi, sen tünelin sonunu görüyorsun insanlar daha adımlarını atmaya çalışırken ama tünelin sonunu görmek senin için öyle manasız ki, paylaşmaya değer görmüyorsun tünelin sonundakileri insanlıkla, ve insanlar tünelin sonunda hep güneş ışığı, hep yeni açmış bahar çiçekleri, hep, yaşam, bekliyorlar. 

sen bu yüzden,
hükümlüsün, kendine dönüklüğünden, yaşayan dünyayı unutmuşluğundan, hiç soğuk almamandan, durmandan ve oturmandan, kanını durdurmaya çalışmandan ve buna çabalarken çabaladığının farkında olmamandan, bir yer kaplamayı hak etmiyorsun sen, senin için uçurumlar, düzlükler, çimenlerin üzerinde geçen akşamüstü saatleri, senin için ölüm, ölüme yas, ölüme alışmak, ölüme alışamamak, ağlamak ve öfkelenmek; anlam ifade etmiyor. bilmiyorsun. üşümüyorsun, ısınmıyorsun. ha tam doz almışsın ilaçlarını ha yarım, ya da almamışsın, ve bunu o seni çok seven deli doktoruna bile söylemiyorsun. 

hayat, senin içinde, yok

gözlerim oyuluyor, acı duymuyorum, parkelere kan damlıyor, tekrar bir darbe alıyorum bu sefer diğer gözüme, gözlerim oyuluyor, rüzgar çok az esiyor, yapraklar çok az kımıldıyor, bulutlar yavaş hareket ediyor, toprak azar azar kaybediyor canlılığını, azar azar ölüyorum.

tıpkı yaşamım gibi, tıpkı yaşamsızlığım, ölümüm de hissizlikle son buluyor, bu da dakikalarla ölçülen, bu da sonu başı belli olan, bu da bir sıfat, bu da bir insan yaşamı parçası.