Pazar, Aralık 30, 2012

26052012

bir yılan büyüyor içimde. 
kıvrılarak ışığı arıyor, pankreasımın yanından, ciğerlerimin arasından yukarı çıkmaya çalışıyor; yakıyor.
onu içimde tutmaya çalışmakta zorlanıyorum.
onu içimde tutmalıyım ki kötülükle gelen aklım, barışa olan engin özlemim,insanlığa ve insan olmakla gelen tüm öğelere duyduğum ağır tiksinti uçup gitmesin damarlarımdan
bu yılanın içimi gün geçtikçe zehirlemesine, içimi kurutup beni yapayalnız, yanlış ve ağlak yapmasına, beni küçültmesine, beni dünyanın en güzel çirkini yapmasına izin vermeme sebep, 
onun içimdeki varlığının, aklım, dengem ve kadınlığımın yegane temeli olması, beni küçüklükten, düzlük ve renksizlikten koruması, nefes alıp verdikçe içimi, kalbimi yakmasına rağmen, 
bunu, 
en azından idame ettirmemi sağlaması.
yılanım parlak, kaygan ve sert, 
yılanımın bedenimden kurtulup beni yalnız bırakmaya olan isteği ve inancı öyle güçlü, öyle büyük ki savaşı içimde, benimle ben olmak bu yüzden, 
tam olmak, sağlam durmak; işkence varlığıma. 
bitmeyen, bitmeyecek olan, bitmesine izin vermeyeceğim, çok coşkulu ve çok sessiz, 
kansız ama 
kemiklerimi paramparça eden bir işkence.
bu işkenceyle yaşadığım aşk
tüm varlığımın üstünde. 

Cuma, Aralık 28, 2012

25052012

dönüp duruyordu odanın içinde. kapana kısılmışlık hissi yoğun ve bir o kadar da yorgundu yoğunluğundan. çifter çifter yaşamak zor olduğu gibi dünyayla bağlarını da çoklaştırıyordu. her insan bir bütünlüktü, ve bir hiçlik, aynı zamanda. bir yüz görüyordu yanından geçen, çevresini saranlarda, bir kalp, ve herkeste kendilerini ifade edebilecek denli bir akıl. pek kıyaslayamıyordu. güzel nedir, hangisi daha güzeldir, insan neden sevilir, neden bir insan diğerine tercih edilir, bilemiyordu. varlık, sadece, işgal ettiği yerle insan varlığı, oydu; ötesine konulan sıfatlar çift sürdürdüğü yaşamını idame ettirmesini zorlayacak kadar harap etmişti sinirlerini. çünkü bilemiyordu. yeryüzünü yeryüzü ve insanı insan yapan tüm etkenler onu daha da yabanileştiriyordu, yabanileştikçe ifade yeteneğinden uzaklaşıyor, büyük bir hışımla ağzından hırıltılar çıkarıyordu. konuşuyor gibi yapıyor, konuşamıyordu. ayakta durgun, rüzgarla hafif hafif sallanan varlığıyla üşüyordu, sıfatsız, isimsiz, sessizdi. gözleri korkuyla doluyordu çokca vakitler, çünkü kimin dolmuyor diye düşünüyordu. bir suskun olarak, yokluğun içinde, düşüncelerinin çokluğu ve düşüncelerini barındıran benliğinin tüm manasızlığıyla ikiziydi kendinin.

Çarşamba, Aralık 12, 2012

24052012

öylesine yalnızım ki
sanki yokum
eriyor eski ben
ve yeni biri olamıyorum




üşüyorum burada ama üşümenin ne olduğunu anlatan yok bana. üşümek yani, bir his olarak üşümek nedir, dereceler, vücut sıcaklığı, rüzgar, bilmiyoruz.

burada uyuyoruz. uyurken düşünüyoruz belki, düşünmüyoruz ya da. aklımızda kendi çevresinde dönen atlar, çıngıraklı yılanlar ve sabah gözlerimizi açtığımızda irislerimizin arkasında derhal yerini alan suskun donukluklar var. bu donukluklar, yüzleşeceğimiz başka canlıların varlığını düşünmekle yerlerini, gözlerin her noktasından ayırdına varılabilecek dengesiz ve uyumsuz, yalandan tepkilere, insan gösterilerine, birkaç kişi olmakla gelen öne çıkma, fark edilme, cevap verebilme, aklını hissettirebilme yetilerine, veya bu yetilerin olma gerekliliğine, bırakmıyor bulunduğumuz yerde. donukluklarınla yaşayabiliyorsun. donuklukların seni mutsuz, umutsuz, fevri veya hasta yapmıyor, donuklukların seni tanımlamıyor burada.

bilim çizgilerden, yuvarlak sayılardan, kesinliklerden, göreceden uzak kuramlardan, varsayımsızlıklardan, ikilerden, dörtlerden oluşmuyor. gökyüzünde mars parçacıkları, yılan gözleri veya kıvrılmış yatan köpekler de görmüyoruz fakat. gerçek ve hayal arasındaki fark benliğimize belirlenmiş bir sıfat olarak konmuyor önümüze. yaşam, oluyor, izliyoruz. bizi insan yapan şaşkınlıklarımız değil. el değmemiş şaşkınlıklarımızı sakince karşılayan yine biziz. burada yorum hakkı bulunmuyor, çünkü yorum bulunmuyor.

etkinin tepkiyle karşılaştığı her dakika daha fazla insanlaştığın sizin dünyanıza rağmen, her tepkisiz kalan etkinin, tepkiye gerek duymadan havada asılı kaldığı yer burası. iyi kötü tepki vermedikçe koşuyu kazanamadığın, damgalandığın ve yerine oturtulduğun insan sahnelerinden uzakta, etkinin vücuduna girip çıkan milyarlarca manyetik ışın gibi seni habersizce içine almasına, durağanlığının hızıyla seni yaşama bağlamasına izin verdiğin, ama zaten tersini düşünemediğin, yer. dünyanın etkilerden oluştuğu, uzun servilerin gri denizlerin içinden çıktığı, ensen ve saç köklerinin birleştiği yerde, o bebeklikten kalma, yumuşak ve açık renk tüylerine rüzgarın değdiği ve tahta sandalyelerde otururken bakmaya başladığın ufuk çizgisinin sanılanın aksine sana giderek yaklaştığı yer. dünyanın  zaten dokunulmadıkça kendini koruyan etkilerinin, salt kendi ruhlarına zenginlik, prestij katmak uğruna gelişigüzel, yordamsız insan tepkilerine maruz kalmadığı, zehirlenmediği, adların uydurulmadığı, yer, burası.