Çarşamba, Şubat 29, 2012

7,5

büyük yanılgılar, küçük adamlar, sığ bataklıklar ve bataklıklara adımlarını attıkça aslında boğulduğunu değil, derinleştiğini duyan kalabalıklar eşliğinde sürdürüyorum hayatımı; belki de tüm hislerin kırılan kadehler veya tüyleri dökülmüş papağanlar gibi giderek yok olmasının sebebidir bu; küçük adamcıklar, küçük kadıncıklar, minik, avuç içlerinden kayıp giden, aşağıya doğru kayarken, düşüp parçalandığında sesleri bile çıkamayanların koşturmaları, bağırış çağırışları ve tepkilerindendir belki; alnımda, burnumda, yüzümün her bölgesinde durduk durmadık yere çıkan çizik ve kesikler; durduğum ve yaşamadığım halde hayatın, en özünden, içimden, organlarımdan çıkmak istemesi, dayanamaması bunca sakin, korkusuz ve sessiz benliğime; yaratılmaya çalışılan manasız yaşamlardan midemin bulanmasıyla gelen durgunluk ve tam da o yaşamın yine de hınç ve heyecanla kusmak istemesinin izleridir kendini; vücudumun her tarafında çıkan kıpkırmızı yaralar, iltihaplar ve çizgiler. ve salt bu yüzden, kendimi kaybediyorum bu saatlerde, gözlerim devriliyor, boynum ve kasıklarım acıyor; önümde boylu boyunca uzanan ahşap zeminin ve renkleri solmuş halının üstünde başları kopmuş hamam böcekleri gibi kımıldayan ve süzülen bu kahverengi kıskaçları dehşetle izlerken.

Pazartesi, Şubat 27, 2012

7

toprağa düşmüş kuru çam yaprakları ayaklarının altında yüksek sesle çıtırdıyordu, ince çam ağacının gövdesine tutundu, yapışkan çam sakızı parmaklarına bulaştı ve garip, ekşimsi bir koku ağacın köklerinden burnuna doğru yayıldı. diz kemikleri ağrıyor ve eklem sıvıları kuruyordu, koyu sarı saçları kirlenmiş ve önüne düşen tellere siyah maskara bulaşmıştı. siyah çatılı eve doğru yürümeye başladı, rüzgardan karga sesleri ve yanık kokuları geliyor, yüzüne çarpıyordu; duymaya başladığı küçücük, zayıf korku duygusundan öyle kendinden geçmişti; sırtından siyah kanatlar çıkacakmış veya hayatının en yüksek, en şiddetli tatminini yaşayacakmış gibi titriyordu. evin ahşap kapısının önünde dikilmeye başladığında, asma kilidin zorlanmış olduğunu gördü, tokmağının altın rengi boyaları kısa çiziklerle soyulmuştu, ahşap parçaları ince kıymıklar halinde havaya kalkmış, esen rüzgarla sallanıyordu. kapıyı itip içeri girdi. fa minörden keskin bir vals çalıyordu. renkleri solmuş halının üstünde toprak olmamasına rağmen büyüyor gibi görünen kahverengi kıskaçlı bitkiler vardı.

Perşembe, Şubat 23, 2012

6,5

düşündüm de büyükçe bir yokluğun içinde elimde birkaç bavul beklemektense, bavulları kaldırıma bırakıp, koşmaya, üzerimdekileri yırtmaya, tüm sıfatlardan, delilik için uğraşılan tüm dakikalardan, boşuna, ve hatta komik çabalardan kaçıp kurtulmam - ne de olsa kendimden kaçamayacağım ya; yine de koşmam lazım; midem bulanıyor çünkü tutunamayanların diğer tutunamayanlara yakıştırdığı tüm sokak ağızlarından, yakıştırıldıkları isimlerle ayakları yerden kesilenlerden, cinselliklerinin darlığı, kalınlığı, organlarının kıvrımları, kemiklerinin şekilleriyle, gözlerine bürüdükleri ciddiyetler, ağızlarındaki ağrılı sözler, ellerindeki boyalarla değiştirdiklerini sandıkları şehirlerle; uyumamanın, duygudan kopmamanın, arkasındaki boşluk ve uydurukluğa rağmen salt farklılık yaratmak, öncü ve yenilikçi olmak uğruna kabullenilen, üstüne üstlük bir de kadeh kaldırılan akılsızca düşüncelerle yaşayanlardan, ayakta durduklarını, uyumadıklarını sananlardan, bir de küstahça duran ve bekleyenleri küçümseyenlerden bulanıyor; o kadar çok bulanıyor ki bu yerde yatan kadınla sevişmek, bacaklarını kendime çekmek ve kahverengi vanilya çubuklarıyla kazımak istiyorum dizlerine; insanlıktan çıkmak, susmak ve birer tabut yapmak için uyanmasını bekleyeceğimi.

Salı, Şubat 21, 2012

6

adamın akıl hastalığının ve ayaklarını sürüye sürüye gittiği ve yedi ay boyunca zaman harcadığı hastane koğuşunda kalıp soğuk lapa yemesinin arkasındaki neden bir evinin olmayışıydı; gözünde canlandırdığı dört kişilik beyaz örtülü yemek masasının üzerinde yenen akşam yemekleri, kardeşle oynanan oyunlar ve kovalanan köpeklerin hatıralarının güç kullanarak aklından silinmeye zorlanması; var gücüyle, tüm organlarını kullanarak kussa bile yokluk ve dümdüz, gri duvarlardan suratına doğru sızan acıyı; bunun ancak yüksek sesler, fahişelikler ve köklerini mezar taşlarına saran selvilerle cevaplanmış olmasıydı. koğuşta yatağın çarşafları sıklıkla değiştirilmiyordu; sarımsı bir renk alana kadar üzerinde yattığı çarşafların kokusu geliyor burnuna ve adamı daha fazla şişe biriktirmeye zorluyordu; tüm yaşamına sızmış o ekşi duyguyu örmeye, korumaya ve tutmaya çalışırken içinde, duvarlar fazla yüksek ve sert olmuştu, durgunlukları ve yükselişleri, bu yüzden sık aralıklarla ve şiddetli duyuluyordu.

bunlardandır ki, kızın ağzından dökülen sözleri duyduğunda, çok sevdiği kadın yazarları, mavi sabahları, güzel yükseklikleri düşünüp şaşırmadı; epey neşelendi aksine; iyiye gidiyoruz diye geçirdi içinden, sona doğru, bir-ki.

Cuma, Şubat 17, 2012

5,5

ıslak zeminde yatarken aklıma bir hikaye geldi, yirmi üç eylüldü, gölün etrafını çevirmiş yüksek tepelerden birine tırmanmaya çalışıyordum, bacaklarıma ısırgan otları batıyordu, havada vızıldayan sinekler kollarıma konuyordu. hava kararmaya başlamıştı, ortalıkta kimsecikler yoktu, aşağıdan kıyıya vuran suyun sesi duyuluyordu. çığlıklar ve organ nakilleriyle şekillenen, çıplak ayak bastığım toprak ve çimenden kapacağım mikroplar, bakterilerle tutkulaşan korku duyma saplantım büyüyeceğine giderek ufalıyordu, paraplatinler, haloksanlar için denenen ve sonrasında küçük bir parmak hareketiyle boyunları kırılan kobay farelerin depolandığı beyaz kavanozları, ucuz ve pembe fahişelerin dolaştığı kirli halıları, tabancaları ve süngüleri düşünmeme, tüm kapıları açık bırakarak uykuya dalmama, düzenli şekilde üç'lerde uyanmama rağmen, tüm bu felaketin ortasında kısa etekler, köprücük kemikleriyle dolaşırken yine de korku bekliyordu, korku yoktu, korkuyla uyanmıyordum rüyalarımdan.

engebeli yokuş hafifçe düzleştiğinde karşımda uzun ve ince bir çam ağacının, siyah çatılı küçük bir evi arkasında gizlediğini gördüm. kalbimden yüksek bir ses geldi.

Salı, Şubat 14, 2012

5

kıza bakmaya devam ediyordu, gözlerini kıpkırmızı örümcek ağı şekilli yaradan ayıramıyordu, sormaya çekinmekle yarayı tırnaklarıyla kazıyıp altından ne çıkacağının merakı arasında gidip geliyordu. devrilen şişeyi kaldırdı, kahverengi çamurlara ve kızın siyah çoraplarına kırmızı lekeler bulaşmıştı. hafif yana yatmış başını avuçlarının içinde tutmaya devam ediyordu, kızın gözleri açık ve saydamdı; bayılıp yere düşmesi veya tanımadığı insanların başında toplanmış olması, bacaklarında kırmızı bir ıslaklık hissetmesi veya ceketinin üzerinde dolaşan kurbağalar onu pek şaşırtmışa benzemiyordu; parmaklarını gözlerinin altındaki ince deriye götürdü, derin bir nefes aldı. güneş ışıkları zayıflaşmıştı, açık renk bir aydınlık kaplamıştı gölün çevresini ama kızın uzandığı zemin karanlıktı.

kızın dudakları kanamaya başladı. ağzını açtı. midesinin sol tarafındaki dar boşlukta büyükçe bir ibicella büyümekte olduğunu, karnının acıktığını veya açık havada kısa bir gezinti yapmak istediğini söyler gibi sakin ve donuk bir ses tonuyla fısıldadı. şeytanın kıskacı diye tabir edilir dedi şezlongtan fırlayıp koşan adamlardan teki.

Pazartesi, Şubat 13, 2012

4,5

rüyamda gördüğüm merdivenler uzanıyor önümde, başımı yumuşak ve nemli bir yastığa koymuşum gibi bir his; boynum, kemiklerim ağrıyor, kollarımdan, bacaklarımdan tutup herhangi loş bir hücrenin filistin askılarında geriliyormuşum ve ama yine de acı hissetmiyormuşum gibi veya; ayaklarım yerden kesiliyor ve ıslak çimenlerin hemen üzerinde, görünmez tek gözlü insanlar tarafından itiliyor, çekiliyormuşum gibi hareket ediyorum; uçmak gibi, dalgalanmak, gelmek ve gitmek; ve işin en fenası, burun deliklerimden beynime doğru damarlarımı kesen iğneleri hissetmek, ellerim bağlıyken sırtımdan defalarca bıçaklanmak, acıyı hissetmek isterken tek dileğim, tek maceram ve umudum; bunu beceremiyorum, beceremiyorum, uyanıyorum.


gözlerimi açtığımda boynumdan aşağı uzanan eller görüyorum, iki temiz tırnaklı el, bacağım istemsiz bir şekilde sağa doğru yalpalıyor, bir şişe kırılıyor.

Cuma, Şubat 10, 2012

4

kızın kıyıda yattığı yere doğru yürüdü, elindeki şişe ceketinin lacivert düğmelerine çarpıp ince sesler çıkarıyordu, derin bir nefes aldı, hava kiraz kokuyordu. küçük dalgaların vurduğu kum çamurlaşmıştı, çamur aniden yere yığılan kızın eteğine sıçramış, ceketinin üstünde öylece duran elinin üzerinde lekeler bırakmıştı. kurbağalar yaklaşan ayak seslerinden irkilip göle doğru zıpladı, kıza iyice yaklaşan adam yere eğildi, şişeyi kızın kıvrılmış bacaklarının yanına bıraktı, başını ellerinin arasına aldı, kapalı göz kapaklarının altından titreşen göz bebekleri belli oluyordu. koyu sarı saçları batan güneşin ışıklarıyla parlıyordu, dudakları kanlanmıştı, burnunun alnıyla birleştiği yerde iki küçük kesik vardı. elleriyle kavradığı başını avcunun içine doğru yatırdı, o anda boynunda olgunlaşmamış bir elma büyüklüğünde kırmızı bir iz gördü. mükemmel şekillendirilmiş bir örümcek ağına benziyordu.

Çarşamba, Şubat 08, 2012

3,5

çok üşüyorum, üşümekten ciğerlerim tozlandı ve kurudu; kurbağalar, planktonlar, sivri dişli böcekler var kasık kemiklerimin üzerinde gezen; gök kıpkırmızı, çatılar, arabalar ve kirli camlar görüyorum, iki katlı evimizin banyo küvetinde elimizde şampanyalarla davet etmiştik ruhları karo zeminde dans etsinler diye ve canım hiç yanmamıştı kırılan aynanın kesiklerinden; ellerini bacaklarıma götür, okşa beni, bir araba kazası, veya tren, veya on altısında kızların tecavüz partileri gibi seviş benimle, başıma gelen en büyük felaket ol, felaket, felaket ol, yaşamam için, kalkmam için, koşmam, kollarına doğru koşmam için; büyük, devasa bir yarasa gibi aban üzerime.

Salı, Şubat 07, 2012

3

peşpeşe yürümeye devam ediyorlardı, kızın yüzünün şeklini düşünüyordu ve kendi kendine çiziyordu hayalinde; küçük burnunu, kalp şeklinde dudaklarını ve açık kahverengi kaşlarını; kemiklerinden aşağı düşen sarı saçlarını ve çenesinden boynuna doğru uzanan ince çizgileri. bir an duraksadı, elindeki şişeden bir yudum aldı ve göle doğru baktı. ilerde iki şezlonga yayılmış, sigara içen adamlar vardı, gülüyorlar ve çiğ badem yiyorlardı, neden sonra suların kıyıya vurduğu yerden bir kuş ölmüş gibi sert bir ses geldi.

şezlongta oturan adamlar ayağa fırladı, şezlongun yanındaki servilere dayalı bisikletler aniden yere düştü. kıyıya doğru koşan iki adamın adımlarını izledi, şişeden bir yudum daha aldı. kıyıya vurmuş kurbağaların yanına uzanmış kızı gördü.

Pazartesi, Şubat 06, 2012

2,5

susadığımı, kirlendiğimi, derimin birbirine yapıştığını, çürüdüğünü hissediyorum ama bunu engelleyecek, değiştirecek, başımı yukarı doğru kaldırıp aydınlığa doğru bir adım atacak kadar da çoğalmıyor içimdeki bu hisler; çok acı, çok şiddetli ve keskin pişmanlıklar, düşüşler ve yükselişler yaşarken, fiziksel dünyama yansıtırken bu olan biteni; hiçbir şey olmamışçasına, her şey olup bitmişçesine, hissizleşmek, hislenmek, delirmek ve durmak arasındayken, yürüyorum; güneş ışığı çarpıyor saçlarıma, aşk uzak geliyor, yakın geliyor, konuşmak manasız, zenginleştirici duyuluyor; içmek, içmemek, uyumamak, yüksek binalardan atmamak kendini aşağı, derinlere doğru bakmak, nefes almak, nefesini tutmak; yeterince uzaktayken tüm bu hisler, sanki yakınlarda bir yerde küçük, titrek bir kız yaşıyormuşçasına dışımda ve organlarımı delecek kadar içimdeler.

Cuma, Şubat 03, 2012

2

kız uzaklaşmıştı, büfeye verdiği paranın üstünü beklemeden kıyıdan hızlı adımlarla yürümeye devam etti. aklından seri halde düşünceler akıp gidiyordu, kızın hafif rüzgarda dalgalanan koyu sarı saçlarından gözlerini alamıyordu ve içinden henüz gözlerine bile bakmadığı ve yüzünü bile incelemediği, yalnızca sırtının lacivert ceketinin altından görünen kıvrımlarına, boynunun şekline dikkat edebildiği bir kadını elinden tutup onu alıp götürme fikrinin korkunçluğu geçiyordu. kahverengi, kısa saçlarına dokundu, dudakları hafif aralıktı, düşünceler, hisler, sırtlarla, aşk yaşanabilir, sevişilebilir miydi; esen rüzgar ensesini yalayıp geçince kendi düşüncelerinden irkildi.