Perşembe, Kasım 07, 2013

rio - 12

üzerimdeki kolsuz beyaz atletin yakası batıyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyorum, elimde dibinde iki damla beyaz rom kalmış şişe, şişeyi sallıyorum, suratına çakacağım bir tane şimdi diyor. şişeyi sallıyorum, burada hiç güvercin olmamasından, palmiye dallarının gözlerime batmasından, yediğim tüm ananaslı turtaların bozuk oluşundan bahsediyorum, buzdolabının buz eritmeyişinden, vacio'nun pirelenmesinden, tozu paylaşamamamızdan, güneşin hiç batmayışından bahsediyorum, şişeyi sallıyorum ve bana vuruyor. 

mutfağa yürüyorum. 

ekmek bıçağı yok, et bıçağı yok, babamın yüzüme doğru salladığı lazerle bilenmiş küçük ince bıçaklardan hiç yok, ben hiç adam öldürmedim, ama bunun yanlış olduğunu algılamak istemeyecek kadar insanım.

vacio'nun çimleri eşeleyişini, sokaktan bir motor geçişini, ve yan komşumuz şişman teyzenin çete üyesi olmaya çalışan yedi yaşındaki oğluna patlattığı tokatı duyuyorum. 

şeytan sinirime dokunuyor, yalnız olmak istiyorum.

leylaklarım, lavantalarım, aklımda büyüttüğüm güvercinlerimle yalnız, iki gözlü evimde, sarı ışıklarım, içimde koruyup kimseye göstermediğim yüce kötülüklerim, bütün tanıdıklarımdan topladığım o engin nefretle başbaşa, yüzyüze, omuz omuza, şeytan sinirime dokunuyor.

mavi saplı meyve bıçakları, bir rus valsi arkada, her zaman basmamaya dikkat ettiğim parkedeki küçük delik, kapalı perdeler, dışarıdan bir motor sesi daha.

sakin davranıyorum, yavaşça yaklaşıp meyve bıçağını yarı uykuda şeytanın karnına saplıyorum, uyanıyor ama herhangi bir köpekbalığının kolunu koparıp onu yemek için seni okyanusun tam ortasında acıdan uyuşmuş ama ölmemiş halde bırakması gibi orada kalakalıyor, sanki şaşırmıyor, tekrar saplıyorum, iki santim soluna, iki santim sağına, birazcık yukarıya, biraz bağırsaklara doğru, pankreasını bulmaya çabalıyorum ölümcül darbe için, müzik bitiyor, pek ses çıkmıyor, toplam yedi darbe, yüzüme sıçrayan kan damlası yirmi iki.