Salı, Ağustos 27, 2013

rio - 3

evden çıktığımızda sabah altıydı, benim gül kurusu taytımla şeytanın pantolon askıları birbirine değiyordu. pek konuşmuyorduk, iki tane çanta, yol haritası, bir matara, birkaç boş ruj kutusu, göğüslerimle ipek gömleğin arasından geçirdiğim zümrüt domuz broşu.

tam yüz elli bin dolarımız vardı.

içimden tren diye geçiriyordum, tren kompartmanları, ranza çarşafları, su yollarından sararmış lavabolar, düğmelerle çalışan pencere camları, bozuk krakerler, küf kokusu, yanımızda üç şişe rus votkası ve kornişon turşusu. kızım dedi sadece kafamızın içinde uçabiliyoruz, sen deniz kızısın ama benim kuyruğum yüzmeme yetmez. bu sırada şeytan sabun kokuyordu, sana söz vermiştim dedi, elimden tuttu, bu sırada istanbul'da deniz kabarıyordu, kargalar sabah toplantılarını yapıyordu, sanat galerileri henüz post-modern zırva uğultularıyla kirlenmemişti.

geminin küçük kamaraları vardı. ayağımı bastığım yerler nemli, kamaranın içinde ahşap nemden kabarmış, balık ve tuz kokuyor. bar da mı yok burda, tayfada şişe şişe vardır sevgilim. neden erken bindik biliyor musun? azar azar sallantısına alışalım diye. yirmi beş gece kızım. yirmi beş gece bulantı, yirmi beş gece sarhoşluk, yirmi beş gece başın hafif hafif aşağıya kayacak devamlı. uyuyalım mı? hala votkamız var değil mi? saat altı. güneş neredeyse kızıl, istanbul'da neredeyse savaş çıkacak, silistreler, kornalar, benzin kalıntıları, mum atıkları, doldur, turşumuz da var, gidiyoruz. gitmek, oluyor.


Pazartesi, Ağustos 26, 2013

rio - 2

cumartesi günleri sekiz kişilik plastik havuz saat 1 sularında doldurulur, taze meyveler hep vardır ve kimse birbirinin çıplaklığından utanmaz. cumartesi günleri kopyalarının kopyalarının kopyasının havada bir yerlerde leylak kokarak ve nefes verdikçe zambaklar fışkırtarak uçuştuğu bir gündür, kopyalarının kopyası gizli köşelere saklanıp senden kaçtıkça sen leylak kokusunun peşinden gidersin, yere basan ayakların olsun istersin ve bu yüzden yere basan materyaller kullanırsın. işe yaramıyordur tüm bunlar. sen hiç yoksundur cumartesi günleri. cumartesi günleri aşkın ve sevişmenin fazlasıyla kaltaklaştığı, üzümlerin çürümeye başladığı, hastalıkların en faal ve en yasal olduğu gün. cumartesi cumanın üveyi, cumanın devamı, cuma atladığın sivri taşlara çakılmadan devam etmeni sağlayan paraşüt.

yine bir cumartesiydi bizim kendimizi rio'da bulmamız, rio bizi hiç bulmadı, bizi hiç sevmedi, ama zaten biz de kimi, neyi seviyorduk. mavi çatıların arkasından güneş defalarca battıkça defalarca sarhoş olunuyor, defalarca sevişiliyor, defalarca ölümden bahsediliyor, defalarca hindistan cevizi sütleri içiliyordu, rio'da her şey defalarca oluyordu, bedeninin kopyaları, ruhunun uçuşan maketleri, defalarca rio'ya girip çıkıyordu, mavi çatılar bize hiç gülümsemiyordu ve çoğu kez tombul ablalardan dayak yiyorduk, yumurtalarını çaldığımız ve ananaslarını kopardığımız için. rio'yu kendimize bir kariyer planı olarak seçmiştik. rio ve mavi çatıları kitaplar yazdıracak, bitkiler ektirecek, ferforje masalarda limonlu romlar içirecek kudrete ve biz de kudretten tatmin olamayacak atalete sahiptik. bizim ataletimiz, rio'nun küstah mavi çatıları.

uçaktan korkuyorduk çünkü.

Çarşamba, Ağustos 21, 2013

rio - 1

bugün rio'nun kuzeybatısında herhangi bir favela'dayız, hava limon ve küf kokuyor.

bu bir aslı romanı başlangıcı değil fakat ben yine de beyazım ve size buraya nasıl gelindiğini anlatacağım. bu sırada bazı köpekler havlayacak ve evlerin arkasındaki kurumuş otlardan yangın çıkacak, 43 derecede plastik terlikler ve beyaz pijamalarla dolaşan kadınlar mahallenin çeşitli kaldırımlarında koşturacak, havada silah sesleri duyulacak ve restoranlarda mango ve pastel dağıtan şekilli kalçalı kızları taciz eden sarhoş adamlar birikecek.

bu bir aşk hikayesi olacak.