Pazartesi, Temmuz 18, 2011

bir baş ağrılı sabaha daha güzelleme

oya çok yaşadı, milyonlarca günümüz geçti onunla ki aslında hepsi bir; vanilyalar ve yuvarlak akasyalarla, aptal anadolu şehirlerinde çıplak ayak gezememek, çarşafları yakmak ve akşam yemeğinde yiyeceği ekmeği kızartırken  yan masanın kadehlerine lanet okumakla meşgul çirkin elbiseli kadınlarla; büyük beyaz çarşaflar ve küvetlerle, çay kokan köpükler ve fazla sevginin nefrete dönüştüğü kırmızı ışıklı sokaklarla; ve bitmedi, yaşamaya büyük bir kuvvetle bağlı olmakla alakalı değil belki ama, başının tam ortasına düşen bir fesleğen saksısının çıkardığı gürültü ve verdiği acıyı dibine kadar yaşayabilmekle ilişkili bir dert ve hastalık arayışı; hayır demek, yani hayır, hayır; çoğu dakika sadece akıyor damarlarından ve öylece durup boş arazili manzaraya baktıkça anlıyorsun ki fazlaca bir önemi yok zevksizlerin, ikiyüzlülerin ve mutsuzların, ama orospuların kesinlikle cahillik ve güzel kokan baharatlarla alakalı bir değeri var.

yaşayamamak, bilememek yaşamayı ve kitapların arasındaki sözler ve birkaç ıslaklıkla insanların eskiyi veya yeniyi taklit ederek dalgalar yaratmaya çalıştığı yıllardan uzaklaşmak, çok çok uzaklara, doğuya doğru yol almak, arabanın motor gürültüsünden sarhoş olmuş tavandaki örümcekler ve taşların yerine oturmasıyla gelen salak bir esriklikle, oya, gidiyor; bir borazan çiçeği var kulağının arkasında ve yüz beş yıldır gri bir mağaranın içinde yaşamışçasına poe beyazlığında biri, yanında.