Cuma, Eylül 13, 2013

rio - 7

gemi sallandıkça kavgalarımız büyüyor. hep aynı ipin ucundayız, ipin bir tarafını ben kendime doğru, doğrularıma, kalçalarıma, içimdeki leylaklara doğru çekiyorum, şeytan hep kendine, karanlığına, titremelerine, baş dönmesine, lacivertine doğru çekiyor, ip hiç kopmuyor, kopacak diye korktuğumuzdan çekmemiz de asıl büyük trajedimiz oluyor, gemi sallanmayı kesiyor, miguel sigara getiriyor, haşlanmış patates var yer misiniz, olur aslında, miguel bize haşlanmış patates veriyor, biz ona votka dolduruyoruz, bugün onuncu günümüz, açık denize doğru yol alıyoruz, korku giderek artıyor, her gün biraz daha zayıflıyoruz, benim yine eser miktarda kadınsı kıvrımlarım var ama şeytan tam bir enkaz, enkazlardan hoşlandığımı söylediğimde beni götürdüğü terk edilmiş binanın içindeki sarı kedileri hatırlıyorum, hatırladığımı anlıyor, saçlarımı okşuyor, örgümü çekiştiriyor, göğsümdeki broş biraz kanatıyor, biraz yükseliyorum, içim saniyelik sevinç anlarımdan biriyle doluyor, geçiyor, nefes alıp veriyorum ve konuşmuyorum. konuşmama huyuma alıştılar, işaret dili bile yapıyorlar, yalnızca tek tük işaretimiz var, parmak yukarı, parmak aşağı, gözleri yavaşça kapama, açma, nefes, elleri iki yana açarak belirtilen bezginlik. içimdeki lavantalar, leylaklar hiç bitmiyor, susmuyor, bu iyi bir şey mi onu dahi bilmiyorum.

yanıma aldığım birkaç şehir fotoğrafına bakarken yarısından fazlası güvertede miguel'in bulduğu taburede otururken havada uçuşmaya başladı ve denize düştü.

şeytan bazen oturuyor, bu ender zamanlarda birbirimize gülümsüyoruz ve hiç kavga etmiyoruz, ben ona hiç vurmuyorum ve o ona vurduğumda sinirini yatıştırmak için kamaraya doğru hızlı adımlarla ilerlemiyor. şeytan hep beyaz kısa kollu atletlerle dolaşıyor, kamaraya vuran güneşten biraz yandı ve bundan hiç hoşlanmıyor.

rio'da bizi ne beklediğini bilmemek organlarımızda birikmiş larva hallerinden çıkıp beyaz çarşaflara dadanmaya başlayan tahtakurularına benziyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder