Salı, Ağustos 19, 2014

rio - 19

çalıştığım küçük lokantada günde on tamale satarsam on iki real kazanıyorum. on tamale için yüz gram domuz sosisi, elli gram kadar acı biber ve acı biber sosu gerekiyor; yağlı saçlı, gut hastası patronum diego malzemeleri lokantanın karşı kaldırımındaki yüksek yokuşlu sokakta bulunan manavdan bana aldırıyor çünkü yokuşu çıkamıyor. diego tüm gününü lokantanın arkasında, tuvaletlerin yanındaki florasan lambalı pis odasında goyta-cano maçları seyredip, nadir olarak bulabildiği patlamış mısırı yiyerek geçiriyor; kimliğimi, nereden geldiğimi, neden atletimin göğüs kısmında devamlı bir kırmızılık olduğunu sorgulamıyor, lokantada mestizoların ve şeytanın karaktersiz tenor sesinin yokluğunda rahatım.

on iki reale kokain veya rom alınmıyor. on iki reale bir avokado, iki kilo domates ve bir kilo kadar mango alınabiliyor.

her geçen gün daha çok tırmalıyor sesin kulaklarımı, her geçen gün giydiğin atletleri daha az yıkıyorum ve bunun farkında değilsin, sevişirken dokunacağını söylediğin bölgelerimde bıraktığın yara izleri üzmüyor artık ve kalkışacağım eyleme hazırlıyor beni, getirdiğin boktan tozların da yardımıyla.

diego'yu şişmiş, mavi damarları akarsular gibi kalçasına doğru çıkan ayak bileklerini ovalarken, kan akışını hızlandırmaya boşuna bir çabayla uğraşırken görüyorum. karısı nina zamanını evde sokakta satmak üzere hazırladığı temizlik bezleriyle birlikte, ara sıra perdelerin arkasından oturdukları evin dar sokağının kenarındaki gongora'ları izlemekle geçiriyor. bordo gongoralar. yapraklarının içleri de dışları da koyu kırmızı, yeni kanamış, mis kokan açık yaralar, savaşlar, tren raylarına benzeyen. sırtımı çeviriyorum, bir bira doldurup kirlenmiş tepsiye, büyükçe bir kovaya daldırıp aldığım yer fıstıklarıyla beraber koyuyorum. saat dört, ellerim titriyor. yaram kanıyor, ilk defa ağlamak istiyorum, yine ilk defa annemi hiç özlemediğimi fark ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder