Salı, Şubat 24, 2009

lale bahçesinden kremalı merhaba


daktilo sesinin boş beyaz duvarlara yankı yaptığı küçük kare bir odada ahşap sandalyesinde gri pijamalarıyla oturan bir adamın düşüncelerinden bahsetmek onun büyük ıslak yapraklı ağaçları olan bir ormanda kayboluşundan bahsetmeyi, ve asıl ilginci bu güzel çam ağaçlarıyla, çınarlarla dolu ıslak ve zeytin kokan ormanda ince kravatı, biraz küçük siyah ceketi ve uzamış sakallarıyla dolaşmasından söz açmayı gerektirir mi, diğer gece ışıklar fazlaca birbirine karışır, ki bunlar doğal ışıklar değil, sahilin güneş battıktan sonra serinlemiş temiz kumlarının içinden yürüyüp gidilen karşı taraftaki mor lacivert spot ışıklı küçük çardaktan gelen şımarık ışıklar, ve ışıklar birbirine karışırken bu adamın saçları tertemiz, güneş yanıklarına sürdüğü şeffaf spreyin şaşırtıcı kokusunun sindiği saçları, uzun parmaklarıyla uzun bir sigarayı sekiz dakikada içer ve ağzına küçük bir brokoli parçası atar, köpüklerin arasından görünen, dalgalı saçlarının arasından portakal kokuları gelen kabarık etekler giymiş dizleri yaralı kadınlar bu adamla ilgilenmiyor, burada bir zaman kayması yaşanıyor, üstü kapatılmaya çalışılan her hatanın büyük bir suratta sırıtan siyah maskara kıvamına gelmesi fazla sürmüyor, köpükler çoğalıyor, pan'dan ve insan ihtiyaçlarından bahsediliyor, küçük gümüş balıklarının kıyıya vurmuş olduğunu kimse fark etmiyor, kumda yürümek çok zor, o yüzden uzanalım, tüm bu kitap sayfalarının topukların altındaki kırmızı kumaş parçalarıyla ne alakası olabilir, kokuların ölümle, veya küçük kare fotoğrafların siyahlara yapılan haksızlıklarla, sınıflandırmalar ne zaman akademili aristo'nun saçlarını yolacağı bir kıvama geldi, milkshake içemiyoruz olmuyor, önce prosecco'dan ayılmalı bir trispiretta congola ile, ve portakal suyunun içinde her zaman portakal lifleri de olmalı; adam dikdörtgen bir tabloya dikiyor gözlerini, yere yığılmış onlarca merdivenin üzerine tırmanmaya çalışarak duvarın arkasında sevgili sartre ne haltlar karışıyor görmeye çalışan çizgili gömlekli tıknaz bir adam, aşkı korkudan ayıracak bir nötr uç bulalım!, kızılay her zaman neşeli bir yerdir ve aslında ıslak yapraklı ormana da çok yakındır, düşünürken uyuyakalan adamın gözlerini açtığı orman, yerlere dökülmüş iğne yapraklarının üstüne saçılmış askısız elbiselerle, sevişmek kokan ıssız bir orman.

1 yorum:

  1. şimdi bak, 5-6 gündür her gece her gece ve hatta bazen her öğlen her öğlen kar yağıyor sonra uyuyorsun uyanıyorsun bi bakıyorsun kar yok. kalanlara egzos tecavüz etmiş bile. neyse konumuz temizlik değil. bir şehir eğer karı kendine yakıştırıyor ve son zamanlarda bunu senden, benden esirgiyorsa çuvaldız ve iğne logaritmasına girebiliriz.
    biz değil miyiz her imkanda bu şehri aldatıp güzelliği herkes tarafından aşikar bulunan istanbul'a giden, ordan dönünce bi buruk olan. şeye benzemiyor mu bu: evlisin. görücü usulüyle ama sonradan aşık olmuşsun. fakat genede gözün dışarda. bi metres tutuyorsun onunla eğleniyor ve eyleniyorsun sonra eve geliyorsun karın çay içiyor ve sana hoş geldin demiyor. çocuklar uyumuş çoktan, ve falan. o kadıncağızdan artık nasıl bir yatak odası mıncıklaşması bekleyebilirsin ki.
    velhasılı artık ankara akıllandı be zeynep. kar bile tutmuyor.

    YanıtlaSil