Perşembe, Ocak 15, 2009

çay demlemece

söğüt ağacının dallarını kestiler diye, güneş ahşap bankların üzerine düşüyor, gözleri kamaştırıyor, sigara içilmiyor diye, merdivenlerin arasındaki santim farkı aynı değil diye, her üç saniyede bir kafaya gelen içi pirinçle dolu topların kümülüslere doğru havalandığı görüldü diye, zil yok, zil var diye, saçlarını savuran herkesin ana maddesi sığır jelatini diye hayıflanılan günleri özlemek de varmış sevgili dostlar, gece mavisi arabalar, uzun yollar. bir gün yeşil masa örtüsünün üzerinde karpuz çekirdekleriyle oynarken güzel güzel anne kokusu kokan annenin sözlerine geleceğim, annenin sözlerinin bunca canımı acıtacağı, ve bunun su şişeleri, ponponlar ve badem kremleriyle dolu bir masada, her istediğinde sütlü kahve içebildiğin bir yerde, yandaki çekmecenin çilekli sert şekerler, dişine yapışan jelibonlarla dolu olduğu bir odada başıma geleceği; tanrım gerçekten soğuk, ve gerçekten, dediğim gibi çok ama çok fazla söküğümüz var yenimizde, çok fazla yanlış dikiş, ve fazlasıyla defo; hiç de geçmezdi aklımdan, sürekli eski kitap sayfası kokan aklımdan, her ciddiyetin, her ciddi sözün, ciddiyet beklenen her hareketin, ciddi olan her mimiğin üzerine delizia sıkıp bütün disiplinlerin elmacık kemiklerini kıpkırmızı yapmak isteyen aklımdan, ki düşünsenize akşamki antrikot boşa gidecek, (TÜH VAH VAH YAHU) ve biliyor musunuz hiç de çocukluğu, salıncakları, gün ışığı kalmamış olan aklımdan.

sayenizde efem, sayenizde tüm hırs küpleri, çaya filan da atılamıyorsunuz, ne acı, ne gözyaşsız, ne kadar nemli bir acı, kağıt kesiği gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder