Salı, Ocak 13, 2009

kaygısal estetik

serbestisi bol pırasa ekonomisinin içine kaynadığımın bir göstergesi olarak geçenlerde bi terfi söz konusu oldu. yani, bana bu sözcük daha çok ikiden üçe geçmek, üçten sona geçmek, bebelerin medeniyet tarihi essaylerini yazarak para kazanmak ve kütüphanede üçüncü dünya hakkında saçma sapan kitaplar okurken çubuk kraker yiyememek kadar manasız geliyor tabi.

(geçen salı hasta oldum. midemde dayanılmaz bir ağrı, karın boşluğuma doğru yayılan. bir de,) istanbul hatırası olmasaydı evde tarçınlı çay içip puslu havada ankara'nın karlı çatılarını izlemek işkenceye dönüşecekti. ışıklı bir şehir orası. ananasları ve uyduruk desenlerde eşarpları anımsatıyor bana. bir de bahar kokusunu ve kimsenin güzelliklerine bir mana veremediği badem ağaçlarını. ışıklı şehirde, ışıklı bir otel odası, sabun kokan yorganların altında uyumak, koyu yeşil ayakkabıların üstünde dizlerden başlayan ve aşağı doğru inen yorgunluğu bastırmak için dengeyi bir bacaktan diğerine geçirirken şampanya içmek ve cazın mideden gelen seslerle uyumunu yakalamak. aşkhastalık geçtikten sonra, sokaklara ve insanların hikayelerini dinlemeye bir süre alışamadım. pek kendini beğenmiş bir insanımdır da kış güneşinde gözlük takamıyorum henüz. bu gibi insanlar deri ceketlerinin üstüne gelişigüzel sardıkları delik deşik şallarıyla dikkat çeker. ellerinde de plastik bardak tutarlar. geceleri gümüş duvar kağıdıyla kaplı odalarda dans ederler. teşekkürler mısır apartmanı.

20/1/08, pazar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder